Simon Stone'un kışkırtıcı bir bakış açısıyla yorumlayıp, sahneye koyduğu Çehov'un 'Üç Kızkardeş' oyunu, eleştirmenleri ve seyircileri ikiye bölmüş durumda. Trump'ın Amerikası'na ve Facebook dünyasına aktarılmış bu oyun, ya çok çok beğeniliyor ve takdirle karşılanıyor, ya da 'Çehov katledilmiş, bu, tiyatro adına bir utanç' yorumuyla karşılanıyor. Avustralyalı Simon Stone'un, modern ve yenilikçi bir bakış açısıyla ele aldığı Çehov' un klasik eserini, Paris'in en önemli kuruluşlarından Odeon Tiyatrosu, büyük bir risk alarak, programına aldı. Çehov 'un edebi eserine sıkı sıkıya bağlı müridlerine göre, Simon Stone'un yaptığı tam bir şarlatanlık ve ihanet! Bir diğer kesime göre ise yılın en ilginç tiyatro olayı... Otuz üç yaşındaki dahi Stone, 'Üç Kızkardeş'i, Donald Trump ve Rihanna'nın zamanına getirip oturtmuş. Böyle sıra dışı bir yoruma tepkisiz kalınabilinir mi? uckizkardes2 Oyun, yine eğlenceli, komik, canlı, ateşli, isterik ve her zamanki gibi trajik... Odeon sahnesinde, camdan büyük bir manej enstalasyonu... Yarı bebek evi, yarı televizyon şovlarının izlendiği bir loft... Ölmüş babalarının küllerini serpme sırasında bir ailenin çöküşünde yaşanan melankolik nükte, Instagram'da göbek deliğinin fotoğrafını paylaşıp gününü, gelen like'ları saymakla geçiren günümüz toplumunun, gülünç halleriyle daha bir belirginleşiyor. BÜYÜK ESER BASİTE İNDİRGENMİŞ Bazı eleştirmenlerin yazdığı gibi, bu Çehov'un 'Üç Kız Kardeş'inden ziyade Stone'un 'Benim Üç Kızkardeşim' versiyonu, yani onlara göre Stone oyunun adını değiştirseydi daha namuslu bir iş yapmış olurdu. Ama Stone'un görüşü farklı: Ona göre nasıl ki Çehov' un 'Üç Kız Kardeş'inde, o dönemin insanları o karakterlerle özdeşleşiyorlarsa, kendi yorumunda da seyircisi bu modern karakterlerle özdeşleşebilsin istiyor. Avrupa tiyatrosunun gö zbebeği iddialı yönetmen Stone'un, Çehov'un 20. yüzyıla 'merhaba' dediği oyunu, 'Üç Kız Kardeşi', güncelleştirirken aşırıya kaçtığı bir gerçek. Oyunun ruhu yok olmuş, büyük eser basite indirgenmiş kanımca... 'Üç Kız Kardeş' Olga, Macha, İrina Prozorov ve erkek kardeşleri Andre ve arkadaşları, bir mimarın evine ellerinde market poşetleriyle geliyorlar. Bu evi yalnız hafta sonları kullanıyorlar. Mimarın takıntısı olan cam öğesi doğrultusunda, bütün ev camla çevrilmiş ve her cephe dışa açılıyor. Böylece dış dünyada olan bitene anında tanık olunuyor. Bir tek tuvaletlerde insanlar kendi kendilerine kalabiliyorlar. Grup, sahneyi kaplayan bu devasa cam evin arkasında. Evin anahtarlarının yerini unuttukları için içeri giremiyorlar. Olganın (Amira Casar) migreni tutuyor. Acaba stres kaynaklı mı? Yoksa beyinde bir tümör söz konusu mu? İkisi de akla yatkın... En nihayetinde bir internet sitesine girip 'diş fırçalamanın hiçbir işe yaramadığını' ya da 'patates yemenin sağlığa faydalı olduğunu' öğrenmek mümkün... Çehov, 'Üç Kız Kardeş'in ilk perdesinde de tıbbi sahtekarlığa değinmişti (Tcheboutykine, gazetesini okurken, saç dökülmesine karşı yarım şişe alkole konulan birkaç gram naftalinden bahis eder). uckizkardes3 Küçük kızkardeş İrina, 21. yaş doğum gününü kutlamakta. "Benim yaşıtlarımın çoğu ecstasy alıp, hafta sonları Berlin'e uçarak zamanlarını boşa harcıyorlar. Ben 15 yaşımda bunların hepsine son vermiştim bile" diyerek etrafta salınıyor. Macha, Olga, İrina kardeşlerin etrafı, Çehov'un eserinde olduğu gibi yakındaki bir garnizonun askerleri tarafından çevrili değil. Bunların etrafı, sevgilileri, beyaz ve siyah tenli arkadaşları, eşcinseller, metroseksüellerle çevrili (İrina lezbiyen). Bunların takıntısı Moskova'ya değil New-York'a gitmek. Bu üç kız kardeşin, Çehov'da olduğu gibi Andre adında bir erkek kardeşleri var; üzerine titredikleri bu kardeş onları hayal kırıklığına uğratacak. Tembel ve kararsız, sırılsıklam aşık olup evlendiği metresi tarafından aldatılıyor. Aile evini üstüne geçirdikten sonra, Andre'yi boşayan bu fettan kadın Andre'yi alkolün, uyuşturucunun, kumarın, iflasın kucağına terk ediyor. Sahnede vegan yiyecekler yenmekte... Ya da tostlar pişirilip, bir mangal hazırlanmakta... Uyuşturucular, eroin iğneleri cabası... Tuvaletlerde rahatlanılıyor. Eski albümler dinlenip Instagram'a atılmakta, video oyunları ya da internette poker oyunları oynanıyor... Ve bir Noel ağacı dekore ediliyor... Simon Stone, bozulmuş, parçalanmış bir kuşağın, bir toplumun, bir dünyanın resmini çiziyor. Çehov'un klasiğinde olduğu gibi, geçmiş yılların özlemi çekiliyor, daha iyi bir gelecek ümidiyle yaşanıyor. Ümitler, hayaller, sıkıntılar, hüsranlar aynı ama bugünün aktüalitesinde geçiyor: Brexit, mülteciler, Donald Trump, Facebook, Amazon, Kim Kardashian konuşuluyor, mojitos içilip, Britney Spears, Rihanna, Beyonce şarkıları söyleniyor, video oyunları oynanıyor, birbirlerine televizyon ve dizilerde kullanılan dilde konuşuyorlar, can sıkıntılarını seks ve uyuşturucularla gidermeye çalışıyorlar. Üç kız kardeş, iç içe geçmiş üç kader... Her şeye rağmen kardeş kalıyorlar, bu gerçeği hiç unutmuyorlar. Simon Stone'un yorumunda, Çehov'un 'aile havası', 'zamane havasına' dönüşmüş. Rus yazarın başyapıtı bir 'abla' ise , Avustralyalı yönetmeninki onun küçük kız kardeşi... Rus'unkinde aşk ön plandayken, Avustralya'nınkinde seks ve şehvet daha baskın, ama her ikisinde de hüsran, başarısızlık, düş kırıklığı başrolde. Stone'un kullandığı etkileyici, elektrikli, umutsuz ve çaresiz dil, bizim modern zamanların ritmiyle birebir örtüşüyor. 1900'lü yıllarının dünyasının bugünden pek de fazla farklı olmadığını görüyoruz. Değişim hızına rağmen, yine de iletişime geçmekteki zorluğu ve bağlanmakta yaşanan problemleri çok net görüyoruz. Bizim modern dünyamız, Çehov'un icat ettiğininkinin birebir yansımasından başka bir şey değil. uckizkardes4 Sahne tasarımı çok farklı. Seyirci, sahnenin değişik bölümlerini, odaların tümünü ve her karakterin kendi kafesinde yaşadığı çaresizliği aynı anda görebiliyor. Bu da çağımızın başkalarını seyretme takıntısına bir gönderme... Ama oyuncular, kendi bölmelerinde oynarken diğer oyuncuları göremiyorlar, bu da teknik olarak bir hayli zor. Seyirciye seslerini duyurabilmek için HF mikrofonlarla konuşan on bir oyuncu çok başarılı. Geçen, akan yaşam ipinin üstündeki bu oyuncular, duygulu, ritmi yüksek, Çehovvari bir performans sergiliyorlar. İNSANLIĞINI KAYBETMİŞ BİR TOPLUM On bir kişinin hep beraber anlattığı bu hikaye kolektif bir çalışma. Aslında hiç doğaçlama yok. Her sözcük milimetrik bir üslupta yazılmış ve oynanıyor. Döner sahnede, camlarla çevrili iki katlı devasa bir bina inşa edilmiş. Aslında kapalı bir bina, ama camlar sayesinde açıkmış hissini veriyor. Bu ev başlı başına bir karakter, ölmüş babanın yadigarı adeta... Bu tasarım, değişik sahneleri aynı anda oynama kolaylığı sağlıyor. Seyirci, aynı anda farklı yerlerde farklı olaylar izliyor. Ümitlerini, hayallerini, ütopyalarını, kimliklerini, insanlığını kaybetmiş bir toplum. Varoluşun anlamsızlığı, boşluğu vurgulanırken, etkileyici bir şekilde ,sürekli dönen bir dekorun içinde, boşlukta dönen kaderler, hızla geçen zamanı aynı anda uzatıp siliyor.