Sizlerle Haftasonu Sözcü’de iki haftada bir cuma günleri buluşuyoruz. Bu defaki yazımın yılsonuna rastlaması nedeniyle, 2021’e dair umutlardan söz etme niyetindeydim.

Umudun insanı zinde tuttuğunu, bu yanıyla gerçekçi olduğunu düşünenlerdenim. Tam da bu yüzden küresel bir travmaya dönüşen koronavirüsün alıp götürdükleri, onulmaz kayıplar, tarifi imkansız eksilişler, günlük hayatımızda açılan gediklerle biten seneye rağmen yapacaktım bunu.

Yapacaktım ama...

Yaşadığımız ülkede, gerçekçi umutların iyimserliğe dönüşmesinin kolay olmadığı çıkıvermiş aklımdan. Belki bilinçaltım öyle istedi. Bilmiyorum. Ama bir yazı süresine dahi ömrü yetmedi umutları paylaşma niyetimin.

Aynı gün içinde dört kadın, dört erkek tarafından katledildi.

Aylin Sözer yakılarak, Selda Taş tabancayla, Vesile Sönmez pompalı tüfekle, Betül Tuğluk bıçaklanarak.

İnsanın önce kendi kalbini kırmadan yazamayacağı cümleler bunlar.

Çünkü bilin isterim, otuz küsur yıl boyunca onbinlerce haber izlemiş, yazmış, okumuş, düzeltmiş, kimilerine maruz kalmış olmak, derinin kalınlaşması anlamına gelmiyor. Aksine “deri kalınlaşması”yla kastedilen kayıtsızlık hali, tek bir darbede tuzla buz olacak kertede kırılganlığa delalettir bazen.

Ne öfke sığıyor kalbe ve akla ne de isyan.

Aylin Sözer yakılarak, Selda Taş tabancayla, Vesile Sönmez pompalı tüfekle, Betül Tuğluk bıçaklanarak koparıldı bu hayattan. Aynı gün.

Erkekler tarafından.

Ne kadar hissettiğinizi, farkında olduğunuzu bilmiyorum.

CEZASIZLIK KABUSU

Kadınların her gün ama her gün artarak katledildiği bir ülkede yaşamanın ağırlığını, sorumluları sanki kendisiymiş gibi taşıyarak, bu ağır yüke bir de
alışmamaya çalışarak, yas tutamadan, öfkesini sağaltamadan, bugün acaba sıra bana mı gelecek korkusunu duyarak geçiyor kadınların hayatı.

Peki biz bu cinayetlere, seyirci kalmaya kanıksamaya mahkum muyuz?

Kısa yoldan vereyim cevabını: Mahkum değiliz.

Kadın cinayetlerinden katiller kadar cezasızlık düzeninin, bunu sürdüren ikiyüzlü politikaların, hiçbir zaman caydırıcı olamamış, erkek şiddetine sınırsız cesaret alanı açan hukuk sisteminin sorumlu olduğunu biliyoruz.

PANDEMİ VE KADIN CİNAYETLERİ

Salgın ile ağırlaşan gündelik hayat koşulları, kadınları daha da korunaksız hale getirdi. Bir şiddet mahalli olarak ev, pandemiden bu yana kadın cinayetlerinde artışa sahne oluyor. Kadınların öldürülmemek için yaptığı çağrılar, samimiyetsiz, günü kurtaran, durumu idare etmeye çalışan tepkilerle karşılaşıyor.

Kadına yönelik şiddeti önlemesi gereken iktidar aygıtları ile onların sözcüleri kalıcı politika değişiklikleri konusunda adım atmıyor. Atamıyor değil atmıyor. Çünkü işin doğrusu şu ki kadın cinayetlerini önlemek, katilleri “birkaç yıl yatar çıkarım” rahatlığından (!) vazgeçirecek caydırıcı hukuksal düzenlemeleri hayata geçirmek iktidarın öncelikleri arasında değil.

Eğer olsaydı, kendisini tehlike altında hisseden kadınların güvenle, korkmadan başvurabileceği devlet gözetimindeki merkezlerin sayısı ve niteliği bugüne kadar çoktan artmış ve sistemin yerleşik parçası haline gelmiş olurdu.

Tam da bu nedenle fail erkekleri neredeyse gözeten, açık açık yazmasa da ürettiği sonuçlarla katil erkekleri koruma anlamına gelen bu tavırlar ve politikasızlık nedeniyle kadın cinayetleri artmaya devam ediyor.

BIKTIK

Altına imza attığı İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamayan, devlet olarak çekilmeyi tartışmaya açan, toplumsal cinsiyet eşitliğini küçümseyip yok sayan, gerici güruhu ileri geri konuşturacak kadar hadsizleştiren siyasi iklimde nefes almaktan bıktık.

Kadınları hayattan koparan her cinayetin ardından “bunun son olmasını” dilemek artık sadece çaresizlik anlatıyor. Elden başka şeyler gelmeli.

Şiddete karşı tez zamanda acil önlemlerin alınacağı, bu haklı ve kitlesel öfkenin kalıcı bir adalete dönüşeceği yeni bir hukuk lazım bize.

İyi yıllar sevgili okurlar. 2021’de daha fazla eksilmemeyi diliyorum.