Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal 17 Nisan 1993’te geçirdiği bir kalp krizi sonucu aramızdan ayrılmıştı. Ölümünün birinci yıldönümünde aklımda kaldığına göre ANAP (ANAvatan Partisi) Bakırköy teşkilatı, kurucularını anmak amacıyla bir panel toplantısı tertip etmişti. Panelistler onun farklı özelliklerini anlatacaktı. Eski patronu Sakıp Sabancı, Özal’ın girişimci kişiliğini, bakanlarından Mükerrem Taşçıoğlu siyasetçi yönünü, ben de onun ekonomi politikasını anlattım. Dördüncü panelistin adını unuttum. Kendisi Amerika’da mastır yapmış ve DPT’de çalışmış bir kişiydi. O da Özal’ın “Türkiye hayalini” (vizyonunu) anlatmıştı.

ÖZAL: EN PAHALI DÖVİZ, OLMAYAN DÖVİZDİR

Özal, Türkiye siyaset sahnesine Demirel’in “ekonomide en güvendiği adam” rolüyle, 1980 yılbaşında çıktı. 1993’te öldüğünde Cumhurbaşkanı idi. Demek ki; kısa aralar hariç 13 yıl ülke yönetiminin tepesinde bulundu. Özal işbaşına gelince “döviz kurunu, faizi, ithalat ve ihracatı” serbestleştirdi. Çünkü “Bunlar önce dalgalanır ama sonunda dengeye oturur” teorisine inanıyordu. Bu sayede “içe dönük” ekonomimiz, dönüşüm (transformasyon) geçirerek “dışa açıldı”. Ancak Türkiye’nin okumuşu, okumamışı, iktisatçıları, bankacıları, maliyecileri ve gazetecileri “Türkiye cari açıksız kalkınamaz” önermesinin abonesiydi. Bu, Özal zamanında da böyleydi, halen de böyle. Cari açık vermek, yurtdışından borçlanmak demektir. Yabancılardan sürekli borç istemek onur kırıcıdır. Üstelik kalıcı bir çare değildir. Dövizsizlikten ülke ekonomisinin felç geçirdiği Ecevit dönemi 1979 Kasım’ında sona erdi.

Ülkeyi dövizsizlikten kurtarması için göreve getirilen Özal 24 Ocak 1980 kararlarıyla bunu başardı. Aradan geçen 40 yılda TL çok değer kaybetti, ama ülke dövizsiz kalmadı. TL yine hızla değer kaybediyor. Ülkenin yönetimi ise astığı astık, kestiği kestik AKP’de. Ancak bu sefer dünyada salgın hastalıktan doğan küresel bir kriz var. Acaba bu krizden bir fırsat çıkar mı?

Turgut Özal, sürekli dış borç istemekten çok sıkılmıştı. Sebebin dış ticaret açığı olduğunu görünce aklına bir çare geldi: Dış ticaret açığını kapatabilsek dış borçlanma gerekmeyecekti. Yine böyle bir borç arama mevsimiydi. Bahar yağmurları yağıyordu. Güneş bir açıyor, bir kapıyordu.

“NO AID BUT TRADE”

Özal, yurtdışında iktisadi görüşmeler yapacaktı. Bu sefer muhataplarına “No aid but trade” yani “Para istemiyoruz, bize ne kadar ihracat yapmayı düşünüyorsanız, bizden o kadar ithalat yapın” diyecekti. Slogan güzeldi, ama işe yaramadı. Çünkü “enflasyonla mücadele için TL’yi değerli tutma” saplantımız vardı. Ucuz döviz yüzünden sanayicimiz yabancı rakipleriyle rekabet edemiyordu. Zaten her yurdum iktisatçısı “Türkiye cari açıksız kalkınamaz” diyordu. Üstelik el parasıyla hem sosyal devlet oluyor hem de sükseli yatırımlar yapıyorduk. Tek eksiğimiz dövizdi. Onu da petrol bularak halledecektik.

Son söz: Herkes memnun ki aklından, dönen yok yolundan.