Seferihisar açıklarında meydana gelen ve İzmir’in bazı semtlerini etkileyen Richter ölçeğine göre 6.6 (veya 7) büyüklüğündeki deprem, herkesi korkuttu. Yarattığı tahribat ve vefat eden kişi sayısına göre değerlendirilirse, bu deprem büyük bir faciaya yol açmadı. Hayatını kaybedenlerin sayısı 130 civarındadır. Mesela 1939’da meydana gelen 7.9 büyüklüğündeki Erzincan depreminde 30 binden fazla insan ölmüştü. 1999’da Marmara’da meydana gelen 7.4 büyüklüğündeki depremde ise 18 bin kişi hayatını kaybetmişti.

Bugün üstünde kafa yorulması gereken mesele, bundan sonra kaçınılmaz olarak meydana gelecek depremlerde, can ve mal kaybını en aza indirecek “iktisaden tutarlı projelerin” nasıl geliştirileceğidir. Projelerin iktisadi olması şarttır.

Aksi takdirde uygulanma şansı olmaz. Mesela riskli olduğu bilinen (?) 6 milyon bina yıkılıp, en kısa zamanda yeniden inşa edilmeli diye öneride bulunmak iktisadi bakımdan zırvalamaktır.

RİSKİ SIFIRLAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR

Depreme karşı en hazırlıklı ülke Japonya’dır. Japonya, hem zengindir hem de mühendislikte ileri bir ülkedir. Üstelik halkı disiplinlidir ve yöneticileri dürüst olarak bilinir. 17 Ocak 1995’de bu ülkenin Kobe şehrinde 6.9 büyüklüğünde bir deprem oldu. 6.300 kişi hayatını kaybetti. Yüksek binalar ve havai yollar yıkıldı. 18 bin kişinin hayatını kaybettiği 9 büyüklüğündeki 2011 Fukushima depreminden bahsetmiyorum. O bambaşka bir olaydır.

Kobe depremi, bizim depremlere benzer büyüklükte bir yer sarsıntısıydı. Japonya gibi ülkede ciddi hasar yarattı. Bunu şunun için hatırlatıyorum. Hasar riski çok azaltılabilir ama hiçbir zaman sıfırlanamaz. Çözüm projeleri geliştirilirken gerçekçi olmak gerekir.

KUSUR 1974 DEPREM YÖNETMELİĞİNDE DEĞİLDİ

1999 depremi herkesin moralini çok bozmuştu. 1999’dan önce yapılmış binaların hepsi, sanki 1974 yönetmeliğine harfiyen uyarak inşa edilmiş, ama yönetmeliğin kendisi yetersiz olduğu için binalar yıkılmış gibi bir hava yaratıldı. Halbuki aynı yönetmeliğe göre yapılmış binalardan yıkılmayanların sayısı, yıkılanlardan çoktu.

Bu hava yüzünden şartları ağırlaştırılmış yeni bir deprem yönetmeliği hazırlanıp 2007’de yürürlüğe kondu. Şüphesiz, bu yönetmeliğe göre inşa edilmiş binalar, depreme 1974’e göre yapılanlardan daha dayanıklıdır. 2020’de yeni bir yönetmelik hazırlanır şartlar tekrar ağırlaştırılırsa, yeni binalar daha da dayanıklı olur. Ama bunun sonu yoktur.

KENTSEL DÖNÜŞÜM NASIL RANTSAL DÖNÜŞÜM OLDU

6306 sayılı yasaya göre bir binanın belediye tarafından yıkılması için, yapının depreme dayanıksız olduğunun “yasal yönteme göre” belirlenmesi gerekir. Kat maliklerinden birinin başvurusu üzerine yetkilendirilmiş uzmanlar gelip, zemin etüdü yapmadan 1974 yönetmeliğine uygun olarak inşa edilmiş binaları inceliyor ve binanın 2007’nin şartlarını karşılamadığını tespit ediyor. Bundan doğal ne olabilir. İncelemeye ne gerek var? Olmayan yönetmeliğe uygun inşaat olur mu?

Bu maddenin amacı belliydi. Gaye, müteahhitlere yeniden yapılması kârlı binayı bulup yıkmanın yasal yolunu döşemekti. Gaye hasıl oldu, riskli çürük binaların çoğu yenilenmedi ama sağlam binalar yıkılıp yerlerine ultra lüks “rezidans” kuleleri inşa edildi.

Son söz: İktisadi olmayan çözüm, sorun yaratır.