AKP, “Faiz sebep, enflasyon neticedir” derken bunu, “Faizler inerse, enflasyon da iner” anlamında söylüyordu. Bunu bir bakıma, izleyecekleri enflasyonla mücadele yöntemi olarak ilan ediyordu. Aynı esnada, ‘faizi İslam’da haram olduğu için düşürüyoruz’ diyordu. Yani enflasyonu düşürmese bile faizin indirilmesi, itikatın gereğiydi. Üçüncü olarak da ekonomiyi iç piyasaya değil, dış piyasalara hitap eder hale dönüştürmeyi hedefleyen yeni bir ekonomi modeline geçildiği söyleniyordu. Faiz düşerse, kur çıkacaktı. Bu da ihracata dayalı modeli destekleyecekti ki; bu doğruydu. Bu gerekçelerle, faiz indirme kampanyası başladı. Beklendiği gibi döviz fiyatları, önce yavaş daha sonra Merkez Bankası’na inadına yaptırılan “gösterge faizi” indirimleri yüzünden, çok kısa sürede fahiş bir seviyeye çıktı. Bu arada “gösterge faizi” inerken “piyasa faizleri” çıktı. Aslında ortada “reel olarak” yükselen faiz yoktu. Yükselmeler nominaldi. Türk Lirası’nın zaten eksi olan reel faizi düşüyordu. Bu gerçeği gören vatandaş da panik halinde TL’den kaçmaya başladı. Cari açık kapandığı için döviz talebi, ithalattan gelmiyordu. Döviz fiyatını patlatan talep artışı vatandaşın “Bu döviz daha da artar” beklentisi yüzünden ortaya çıkmıştı. Ümitsizce yapılan döviz tanzim satışlarıyla, bu gidiş durmayınca DEM (Dövize Endeksli Mevduat) yaratıldı. DÇM (Dövize Çevrilebilir Mevduat) ile alakası olmayan bu tasarruf aleti sayesinde TL’den kaçış paniği durdu.

OLMAYAN FAİZİ İNDİRMEK

Türkiye’de, ne itikâdi ne de iktisadi anlamda faiz yoktur. Türk Lirası’nın “ex-post” yani aynı dönemin faizi ile enflasyonun karşılaştırılması anlamında reel getirisi hep eksidir. Benim “yüksek faiz-düşük kur” diye nitelediğim “enflasyonu döviz çıpasıyla dizginleme” dönemleri hariç (mesela 2003-2008 arası veya 2016) ezelden beri bu hep böyledir. Türkiye, Osmanlı’dan beri, ulusal parasına değil ama “dövizli borçlara” reel hem de çok yüksek reel faiz ödemiştir ve ödemektedir. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde de, kısa süren enflasyonla mücadele dönemleri hariç, reel faiz yoktur. Birikimli olarak hesaplandığında “hiçbir ülkede hiçbir zaman diliminde” mevduata reel faiz verilmemiştir. Yani nominal faizler, ortalama olarak hep ilan edilen enflasyonun altında kalmıştır. Bu, hem milli gelirin tekrar dağılımı hem de tasarrufun âtıl kalmayıp, üretken yatırıma dönüşmesini teşvik bakımından faydalı bir olgudur. Türk ekonomisinin derdi faiz değildir. Ekonomimizin derdi, başta aydınlar olmak üzere halkının, Türkiye, dış borç almadan kalkınamaz, bırakın kalkınmayı yaşayamaz, sefil perişan olur, hatta aç kalır şeklinde ifade edilen “öğrenilmiş çaresizliğe” dûçar olmasıdır.

“DIŞ-BORÇ-KOLİK”LİKTEN KURTULAMAMAK

19 yıldır “Paranın dini ve milliyeti yoktur” diyerek dış kaynakla büyüme modeli uygulayan AKP’nin, sürüklendiği dövizsizlik ortamında, paldır küldür “cari açıksız” bir yeni ekonomi modeline geçtiğini söylemesi, kaderin tuhaf bir cilvesidir. Yıllardır savunduğum “Türkiye ‘dış-borç-kolik’ olmaktan mutlaka kurtulacaktır” ülkümün AKP’nin tutarsız ve şaşkın yönetimi yüzünden işe yaramaz ilan edilmesinden korkuyorum. Bir başka can sıkıntım da “Türkiye, dış borç almadan ekonomisini yönetemez” diyenlerin, ellerini oğuşturarak  “Biz haklı çıktık diye” sevinmeleridir.

Son söz: Olabilseydi, öyle olurdu.