Hiç tartışmasız, futbol dünyanın en güzel oyunu. Öncesi güzel, maç anı güzel, sonrası güzel. Nereden bakarsanız güzel yani.

Pazar günkü Fenerbahçe-Beşiktaş derbisi de bunun en güzel örneklerinden biriydi.

Bağdat Caddesi, her Fenerbahçe maçı öncesi olduğu gibi bayram yeriydi.

Kimi sevgilisiyle el ele, kimi arkadaşıyla omuz omuza, kime çocuğuna sarılmış taraftarlar akın akın stada yürüyordu.

İnsanlar mutlu, dükkânları dolup taşan Bağdat Caddesi ve Kadıköy esnafı mutlu. Soğuk ama güneşli bir Pazar günü. Cıvıl cıvıl her taraf.

İşte böyle bir havadaki Fenerbahçe-Beşiktaş maçı için ben de Şükrü Saraçoğlu stadındaydım. Stat da bayram yeri gibiydi. Coşkulu bir taraftar grubu hem eğleniyor, hem de Fenerbahçe’yi destekliyordu. Beşiktaş taraftarı ise pandemi koşulları gereği maça alınmamıştı.

İş dünyasından eş dost birçok isimle karşılaştım. Türkiye hallerini, ekonomiyi konuştuk. Sonra maç başladı.

İlk dakikalarda Fenerbahçe maça hızlı giriş yaptı. Hayır futbol takımı değil, taraftar gruplarından söz ediyorum. Kale arkasındaki taraftar grubu, başlama vuruşuyla birlikte, bir insan evladına ne kadar tuhaf küfürler edilebiliyorsa, hepsini ritmik şekilde sıraladılar. Çevrelerinde kadın, çoluk çocuk kim olduğuna bakmadan. Dakikalarca küfürler sıralandı. Üstelik yayıncı kuruluş da, o küfürlerin hepsini, hiç sansürlemeden, sanki bu amaca hizmet eder gibi 83 milyona ulaştırdı.

Bir süre sonra küfürlü tezahürat diğer tribünlere yayıldı. Yayıncı kuruluş da hiç istifini bozmadan, sesi bile kısmadan yayına devam etti.

Maçtan önceki festival havası bir anda yok olmuştu. Sanki sevgilileriyle el ele, arkadaşlarıyla omuz omuza, çocuklarıyla sarmaş dolaş stada gelenler, o güleç yüzlerini, dünyanın en güzel bulvarı Bağdat Caddesi’nde bırakıp, stada öyle girmişler gibi… Takıma ve oyuna sevgi bitmiş, rakibe nefret, öfke ve şiddet başlamıştı.

O eğlence, yerini sinkaf dalgasına bırakmıştı. Oysa, Beşiktaş takımından sahada top koşturan sadece 4 futbolcu bunları anlayabiliyordu. Gerisi zaten yabancıydı.

İki basit hatadan -ki ilki hakem hatası- Fenerbahçe güzel yararlandı. İlk yarı 2-1 bitti.

Taraftar grupları ikinci yarıya da aynı taktikle başladı. Bol küfür ve öfke taktiği.

Beşiktaş’ın genç kalecisi Ersin’e edilen inanılmaz küfürlere, tribünlerden yabancı maddeler eşlik etti.

Hele Josef De Souza’nın kafa golünden sonra sahaya atılan yabancı maddeleri temizleyebilmek için maç dakikalarca durdu.

Hangi takım taraftarı olursa olsun, kabul edilemez. Kim kime bu sözleri sarf ediyorsa, bunun bir yaptırımı olmalı.

Maç öncesi şen şakrak, çocuklar gibi eğlenen insanlar, nasıl oluyor da tribünde bir canavara dönüşüyor?

Maç 2-2 berabere bitti. Fenerbahçe taraftarı yine üzgündü. Onlarla birlikte stattan ayrılırken, her birinin son derece naif maç eleştirilerine, konuşmalarına tanık oldum. Hiç biri küfür etmiyor, son derece mantıklı konuşuyordu.

Binlerce taraftar, maça girmeden önce Bağdat Caddesi üzerine bıraktıkları yüzlerini tekrar alıp, evlerine doğru yola çıktı.

Hayat futbolun güzelliği ile devam ediyor ama futbolumuz bu nefretle devam edemez.

Futbolun zeki çevik ve ahlaklı sporcular kadar, bu üç özelliğe sahip taraftarlara da ihtiyacı olduğunu unutmamak gerekir.

Kartal Dağı’nda yine akbabalar uçuyor

Birileri İzmir Tire’nin doğa harikası Kartal Dağlarına gözlerini dikmiş. Belli ki, üç kuruş kazanma uğruna oralar bir şekilde yok edilmek isteniyor. Kartal Dağı’nda yine akbabalar uçuyor.

Bir süre önce bu bölgeye mermer madeni için ruhsat izni verilmiş, Tireliler ve Tire Belediyesinin hukuk mücadelesi sayesinde, madencilere geçit verilmemişti.

Madenciler geri püskürtüldü ama şimdi aynı bölge için ‘yenilenebilir enerji' kılıfıyla başkaları girmeye çalışıyor.

Bu sefer RES yani rüzgâr enerjisi santrali kurmak için harekete geçildi. Tirelilere göre, RES faaliyetinin maden kazmaktan pek bir farkı yok. 24 Aralık günü “Halkın katılım toplantısı” gerçekleştirilecek ve güya vatandaş o şirketler tarafından ikna edilmeye çalışılacak. Oysa Tireliler hem kızgın, hem üzgün, hem de yorgunlar ve bu projeye de karşılar. Yani Kartal Dağı’nı Tireli vatandaşlar koruyor. Bu arada Tire Belediyesi hukuk savaşını Başkan Yardımcısı Avukat Gökhan Hızlı ile sürdürüyor.

Tire Belediyesi Başkan Yardımcısı Gökhan Hızlı, Kartal Dağı’na rüzgar santrali yapılmasının akıl, vicdan ve bilim dışı bir uygulama olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Ülkemizde onca yer varken RES'lerin  ormanlara yapılması akıl, vicdan ve bilimdışı bir şey. Biz Tire Belediyesi olarak iklim değişikliğine karşı gerçek mücadelenin, Ormanlık alanlara RES kondurmak yoluyla olamayacağını düşünüyoruz. Projenin yer seçiminin hatalı olduğu aşikar.   Bu düşüncemizi bilimsel veriler doğruluyor. Fakat Bakanlığın gözü kapalı. Yenilenebilir Enerji işlerinde Bakanlık, adeta yatırımcı şirketlerin ortağı gibi davranıyor, kamu yararını değil, yatırımcının kârlarını düşünüyor.”

Tire Belediyesi’nin ve vatandaşların tavrı bu konuda çok net.

Ancak görünen o ki, Kartal Dağları’ndaki doğal ve arkeolojik dokunun yok olması konusunda da  başka birilerinin tutumu çok net.

Ve o birileri bu sefer başarırsa, ülkemizin bir başka cennet gibi bir bölgesi daha üç kuruşa uğruna yerle bir olacak.