Kayyum rektör atanması, “Tez, atıf sayısı, patent, akreditasyon, endeks, intihal, buluş, THE, QS...” gibi akademik başarı ölçeklerini sıradanlaştırdı. İngiltere’deki bir üniversite, uzaktan eğitimle bol keseden diploma dağıtıyor. Londra’ya bile gitmeden bu diplomalardan alan bir bilge siyasetçi (!) “Boğaziçi Üniversitesi zaten dinsiz gençler yetiştirmek için kuruldu” dedi. Siyasetçi bu sözüyle, kayyum rektörün atanma amacını gözler önüne serdi. Partili rektörler, karısı, kocası, kardeşi, yeğeni, baldızı, dünürü, canım-ciğerim kadrolaşmalar, üniversiteleri AKP’nin il başkanlıklarına çevirdi.

SİYASETÇİ KARIŞAMAZ

Türkiye’de böyle rektör atanırken, dünya ne yapıyor? Dünyanın en iyi ilk 100 üniversitesinin bulunduğu Amerika ve Avrupa’ya birlikte bakalım. Bir defa babasının oğlu olsa bile, asla liyakatsiz biri rektör olamıyor. Rektör seçmek, Amerika’ya başkan seçmekten daha ağır bir sorumluluk gerektiriyor. Çünkü, rektörden ekonomik ve sosyal kalkınma için ulusal proje geliştirmesi bekleniyor. Siyasetçiler, üniversitelere kesinlikle karışamıyor. Kim karışıyor? Akademisyenler, öğrenciler, mezunlar, rektör yardımcıları, yerel yöneticiler... Rektör kriterleri 1 yıl önce belirlenip, dünyaya ilan ediliyor.

ABD’DE TEK TÜRK

Amerika’dan Çin’e, başvuruda bulunan binlerce aday, bilimsel çalışmaları, buluşları, patentleri, ekonomik katkıları yönünden inceleniyor. En donanımlı, 3 kişi mülakata çağrılıyor. Türkiye’deki gibi birileri rektör olsun diye, ‘En az 10 yıl profesör olma’ şartı, önce 3 yıla indirilip sonra tamamen kaldırılmıyor. Yani akşam profesör, sabah rektör olunmuyor. Aranan rektör bulununca da bitmiyor. Amerikan Eğitim Konseyi, rektörlük eğitimi veriyor. Rektör adayı profesör, görevdeki bir rektörün yanında 6 ay asistanlık yapıp, ‘rektörlük sertifikası’ alıyor. Türkiye’den, bu zorlu programa şimdiye kadar kabul alan tek isim Prof. Dr. Muhammed Şahin...

PATENT VE PARA

Üniversiteler işsiz değil, iş üretiyor. Dr. Özlem Türeci ve Prof. Dr. Uğur Şahin’in, Time Dergisi’ne kapak olmasının temelinde, üniversite ve ekonomi arasındaki bu katı disiplin var. Bilimsel buluşların ülke ekonomisine katkısını görmek için Dünya Bankası Yüksek Teknoloji İhracatı verilerine bakalım. Son 1 yılda Çin 732 milyar, Almanya 230 milyar, Amerika 156 milyar dolar kazandı. 20 yıl önce 1.1 milyar dolar kazanan Türkiye, üniversite sayısı 3 kat artsa da buluş sayısı artmadığı için 3.1 milyar dolarda kaldı. Yine, Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü patent başvurularında Çin 1.5 milyon, Amerika 515 bin, Almanya 200 binlerde iken Türkiye, 9.3 bin patent başvuruyla, 12 bin patent alan İran’ın gerisinde...

RTE’NİN ADI YETMİŞ

Boğaziçi, ODTÜ, İTÜ, Hacettepe, Bilkent, Sabancı, Koç gibi endüstriyel projeler yapan ve yüzlerce patent alan üniversiteler elbette var. Siyasetçileri bırakın, hayırseverler bile başarılarına ikna olmuyor. ‘İkna olmasalar ne olur?’ demeyin. Çünkü, yıllık 36 milyar dolar bütçeli Harvard’da bile araştırmalar, John Paulson gibi iş insanlarının yaptığı 400 milyon dolarlık bağışlarla yapılıyor. YÖK, bağış ve buluş dahil 45 kategoriden oluşan üniversiteler raporunu yeni yayınladı. Türkiye’ye yılda yüz milyonlarca lira kazandıran ODTÜ’ye 19 milyon, Boğaziçi’ne 16 milyon lira bağış yapılmış. Hayırseverler, 209 üniversite içinde 201 milyon lirayla, en çok bağışı Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’ne yapmış.

SIFIRCI BAŞKANLAR

Üniversitenin devlet büyüklerinin adını taşıması, bağış yapmaları için tek başına yetmemiş. Necmettin Erbakan, Turgut Özal, Alparslan Türkeş, Yıldırım Beyazıd gibi üniversitelere bir kuruş bile bağış yapılmamış. İnönü 19 milyon, Menderes 4.6 milyon, Osmangazi 3.2 milyon, Demirel 3.1 milyon, Binali Yıldırım 2 milyon, Celal Bayar 1.8 milyon, Ecevit 627 bin ve Abdullah Gül Üniversitesi 22 bin lira bağış alabilmiş. Tunceli, Hakkari, Şırnak, Ordu ve Harran gibi kısıtlı imkanlı onlarca üniversite mi? Listeye, ‘sıfır bağış’ olarak girdi. Bağış miktarı kadar vergi muafiyeti alsalar da yoksulun yüzü hayırseverlere soğuk görünmüş. Demek ki; üniversitenin önce adı para etmeli...