İYİ Parti’nin önemli ismi Dr. Aytun Çıray’dan 30 Ağustos Zaferi’nin 99. yıl dönümünde çarpıcı açıklamalar...


Aytun Çıray, “Karşı karşıya kaldığımız sorunlara kötü yönetim diyemeyiz. Kötülük yönetiminin bir vasfı da nankör ve vefasız olmasıdır. Bu hıyanete kadar varabilir!.. Ama ilk seçimde İzmirlilerin ve Diyarbakırlıların analarının ak sütü kadar helal oylarıyla yıkılacak” dedi


Değerli okurlarım,

Can yakıcı, acılarla dolu bir gündemin içindeyiz. Mega orman yangınları ve ardından Karadeniz’deki seller, can kayıpları... Bunlarla mücadele ederken başımıza bir de mahiyetini ilk anda tam kavrayamadığımız Afgan göçü çıktı. Aynı günlerde Ankara’nın Altındağ ilçesinde, geçici sığınmacı statüsündeki Suriyelilerin adeta gettolaştıkları bir mahallede bir gencimizin öldürülmesi vahim olayları tetikledi. Bütün bu sürecin “kötü yönetimi” gündemi gündeme getirmesi nedeniyle İYİ Parti Genel Başkan Başdanışmanı, İzmir Milletvekili Dr. Aytun Çıray’la söyleşimize “Başımıza gelenlerin ardında sadece kötü yönetim gerçeği mi var?” sorusuyla başlıyoruz.



★★★

KÖTÜ YÖNETİM, “KÖTÜLÜK YÖNETİMİ”NİN SONUCUDUR

AYTUN ÇIRAY (A.Ç.): Kötü yönetim esasen bir sonuç. Bir hekim olarak söylersem, hastalık etkeninin kendisi değil komplikasyonu. Kötü yönetim “kötülük yönetimi”nin sonucu. Hepimizin içini yakan orman yangınları bu gerçeği bütün çıplaklığıyla ortaya koydu.

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Nasıl ortaya koydu?

(A.Ç.): Yaz ayları, Ege ve Akdeniz için orman yangını mevsimidir. Küresel ısınmanın bu mevsimde yangın riskini çok arttırdığını biliyoruz. O halde yapılması gereken çok yüksek olan orman yangını riskine karşı geçmişte olduğundan çok daha hazırlıklı olmaktı. Ancak çok hazırlıklı olmak ne kelime, hiçbir hazırlıklarının olmadığı hepimizi kahreden bir biçimde ortaya çıktı.

Yanlış anlaşılmasın, yangın söndürme ekiplerinin kahramanlıklarını kesinlikle azımsamıyorum. Ama yangın söndürme uçağınız yoksa veya sayısı çok az ise siz orman yangınıyla mücadeleyi daha başından kaybetmişsiniz demektir. Biz bunu çok iyi bilen, orman yangınlarına Türk Hava Kurumu bünyesindeki yangın söndürme uçaklarıyla derhal müdahale eden bir ülkeydik.

Ama Türk Hava Kurumu’nun orman yangını söndürme işinde devre dışı bırakılmış olduğunu gördük. Kurumun elindeki uçaklar bakımsızlıktan uçuş yapamaz hale düşürülmüşlerdi. THK’nın battal kılınması Cumhuriyetimizin kurucusunun var ettiği her kurumu önce işlevsizleştirmeye, sonra da yok etmeye adeta ant içmiş rövanşist ve fanatik zihniyetin bir intikam operasyonudur. O halde karşı karşıya kaldığımız devasa sorunlara ‘kötü yönetim’ deyip geçemeyiz. Asıl büyük sorunumuzu anlayamamış oluruz. Milletimize de gerçeği anlatmakta yetersiz kalırız.

(U.D.): Hangi gerçeği? Açar mısınız?

(A.Ç.): Uğur Bey, bu bilinçli, kasıtlı bir tercih! Bu tespiti şu kutlu 30 Ağustos’ta içim yanarak yapıyorum Aslında biz, Atatürk’ün olağanüstü bir vizyonla var ettiği bütün kurumları ve değerleri topyekun hedef alan bir yönetim anlayışının çok ağır maddi-manevi bedelini ödüyoruz. Sayın Akşener’in deyimi ile “ucube rejimin” temelindeki ihtiras bu. Adeta THK battal kılınsın, kapatılmak zorunda kalınsın. Varsın “kutlu amaç” için bir miktar orman yanıp kül olsun!

YURTTA SULH CİHANDA SULH İLKESİ BİR KENARA ATILDI

(U.D.): Bu çok iddialı bir tespit değil mi?

(A.Ç.): Hayır değil. Bir başka örnek vereyim; Türkiye’yi bütün dünyada itibarlı kılan dış politikamızın alamet-i farikası “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesi bu anlayış tarafından buruşuk bir mendil gibi bir kenara atıldı. Bedeli milyonlarca Suriyeli sığınmacı oldu. Üstelik onların başta metropoller olmak üzere tam bir başıboşluk içinde Türkiye’nin dört bir yanına yayılmalarına göz yumuldu. Ardından Suriyelilerin geçişleri hâlâ devam ederken özellikle Alman fonlamalı bazı sözde akademisyenler tarafından “Suriyelilerin Türkiye’de kalıcı oldukları” ilân edildi. Bütün bunların yükü ise işsizlik, pahalılık ve Covid’le mücadele eden Türk Milleti’nin sırtına vuruldu.

Bu haldeki bir millete sayısı
5 milyonu aşan bir sığınmacının yükünü taşıtmaya kalkışmak... Hele bir de bunlara sayısı belirsiz Afgan göçmenleri eklemek kötü yönetimle değil, kötü niyetli yönetimle açıklanır. İşte bu gerçek bir beka sorunudur.

(U.D.): Neden beka sorunu olduğunu da anlatır mısınız?..

AÇIK KAPI POLİTİKALARI ULUS DEVLETİ TEHDİT EDİYOR

(A.Ç.): Özellikle yeni gelenlerle birlikte toplamı neredeyse 7 milyonu aşan sığınmacının içinde ne kadar kafa kesici radikal İslamcı teröristin veya terörist adayının olduğu meçhul. Hele bu insanlara vatandaşlık verilirse, Cumhuriyetimizin medeni ve modern bir anayasal ulus-devlet olma ideali tamamen ortadan kalkar. Bu düzensiz göç ulus devleti tehdit ediyor. Medenilik ve modernlik Türk Milleti’nin Cumhuriyetle taçlandırdığı iki yüzyıllık ufkunda tamamen kaybolsun. Yapılmak istenen budur.

(U.D.): Çok acı verici bir ufuk resmettiniz!  Bu resim aynı zamanda İYİ Parti’nin tarihsel misyonunu ve vizyonunu da şekillendiriyor sanki..

(A.Ç.): Esasen şu anda maruz kaldığımız çok tatsız olaylar, ülkemizin tüm coğrafyasında, her fikirden insanımızda karşılığını bulan endişeler yaratıyor. Bu endişeleri dile getirmeye mecburuz. Biz bu yapıyı inşa edenlerin yüzlerine karşı haykırma cesaretini gösteremeyecek isek siyasette ne işimiz var?..

(U.D.): Nedir bu kadar heyecanla haykırmak istediğiniz gerçek?

TÜRK MİLLETİ OLARAK AYNI DERTLER ORTAK PAYDAMIZDIR

(A.Ç.): Genel Başkanımız Meral Akşener her vesileyle İYİ Parti’nin bir “cesurlar hareketi” olduğunu söyler. Bu çok önemli bir vurgu. O nedenle cesurca haykırmamız gereken gerçek şu: Biz  aslında kuraklıktan muzdarip Trakya’dan aynı derdi daha şiddetli yaşayan Güneydoğu Anadolu’ya, mevcut iktidarın sebep olduğu Orta Karadeniz’deki dere yatağında tomruk tsunamisinden tarihimizin en büyük yangınlarında kavrulmuş Ege ve Akdeniz’e kadar coğrafyamızın her metrekaresinde millet olarak kötü yönetimin değil, bir “kötülük yönetimi”nin mağdurları ve muzdaripleriyiz!  Millet olarak aynı dertler ortak paydamız.

(U.D.):
Dikkatimi çekiyor. Sizinle yaptığımız söyleşilerde ilk kez “kötülük yönetimi” diyerek yeni bir kavram kullanıyorsunuz...

(A.Ç.): Bütün kararları, icraatları ve politikaları maskelenmiş bir hedefe ulaşmak için yönetimin attığı adımlardan söz ediyorum. Bu hedefe yürürken takvim de belirlenmiş görünüyor. Mevcut “ucube rejim”in karakterini en veciz biçimde ifade eden bir kavram. Kesinlikle soyut değil. Bakın Türkiye Rusya’dan sonra hapishanelerin en kalabalık olduğu ülke. Taptaze bir başka kanıt da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurucusu olduğu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, 30 Ağustos vesilesiyle yayınladığı hutbede Atatürk’ün adını sırf ona hakaret maksadıyla bu kez de geçirmemiş olmasıdır. Çünkü kötülük yönetiminin bir vasfı da nankör ve vefasız olmasıdır; ki bu çoğunlukla hıyanete kadar varabilir!..

(U.D.): Bütün anketlerde ilk sırayı “geçim sıkıntısı ve işsizlik” sorunu alıyor. Bu sorun, söz konusu ettiğiniz “kötülük yönetimi” ile birlikte insanımızın siyasi karar mekanizmalarını nasıl etkiliyor?

HER VATANDAŞIMIZ AYNI İŞSİZLİK ACISINI DUYUYOR

(A.Ç.): Sayın Erdoğan’ın yönetimini 20. yılında bir baktık ki, orta gelir tuzağından kurtulalım derken eğik düzlemde 8.000 dolarlık alt gelir kapanına yakalanmışız! Bunların sonuçlarını Sayın Akşener karış karış gezdiği memleketimizin her tarafında milletimizin ağzından yükselen feryatları kayda geçiriyor. Böylece Afyonkarahisar’daki esnafımız ile Muş’taki esnafımızın sorunlar ortak paydasında birleştiğini görüyoruz. Van’daki insanlarımız ile Aydın’daki bir vatandaşımız aynı işsizlik acısını duyuyor. Kötülük yönetiminin milletimizin refahına ve mutluluğuna kasteden bu uygulamaları, herkesi birleştiriyor; Marmaris’te yanan ormanların
ateşi Yüksekovalı gencimizin yüreğine de düşüyor.

Bunlara rağmen içinde nefes almakta dahi zorlandığımız rejimi bir “kötülük yönetimi” olarak tarif etmemiz karşısında hâlâ ikna olmayanlara sadece Sedat Peker’in yalanlanmayan ve Sayın Cemil Çiçek’in “Binde biri bile doğruysa bir felâkettir” dediği videoları hatırlatmakla yetineceğim. Peker’in her biri Cumhuriyet Savcılarını on bin kere harekete geçirmesi gereken kayıt altındaki iddialarından sonra bile “kötülük yönetiminde” yaşadığımıza ikna olmayanlar olabilir. Ancak sorunumuz bu değil artık!

(U.D.): Nedir peki?

(A.Ç.): Sorunumuz milletimize yeniden Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu, zengin bir vatandaşı olma idealini kendi öz vatanında hayata geçirme imkânını verebilmek. İYİ Parti olarak Edirne’de de Ağrı’da da İzmir’de de Diyarbakır’da da Konya’da da Trabzon’da da ortak hedeflere yürüyen özgüvenli bir millet hayalimiz var.

(U.D.): Geçenlerde sosyal medyada bir oyunu bozmak istediğinizi söyleyerek “Bizi hiç kimse Kürtlerle kavga ettiremeyecek” dediniz. Kimler sizi Kürtlerle kavga ettirmek istiyor? Yine bir söyleşimizde “vicdan kardeşliği”nden söz etmiştiniz. Bu ilhamı nereden aldınız? Bu açıklamalarınız Kürt vatandaşlarımız için özel bir anlamı var mı?

DEMOKRASİ YOKSA SİZİN NE OLDUĞUNUZUN ÖNEMİ YOK

(A.Ç.): Cumhur İttifakı kesinlikle önümüzdeki seçimleri kaybedeceğini biliyor. Bu nedenle kaybı önlemek için provokasyonlar dahil birçok yola başvuruyorlar. Son şanslarından birinin Kürt seçmenleri Millet İttifakı’ndan uzaklaştırmak olduğunu biliyorlar. Bu nedenle PKK üzerinden bir oyun kurguladılar. Ama “vicdan kardeşliği” kavramını bulmakta bana ilham veren İstanbul seçimlerinde bu oyunları tutmadı. Yüksek Seçim Kurulu, tarihindeki ikinci büyük skandalla İstanbul Belediye Başkanlığı seçimini geçersiz sayma hukuksuzluğuna imza atınca, haksızlık o kadar yaralayıcı oldu ki, İstanbulluların kanayan vicdanları aynı anda harekete geçti. Oyları yok sayılmıştı. Oy yoksa, demokrasi yoktu. Demokrasi yoksa bu büyük milletin hangi unsurundan olmanızın, hangi fikri savunduğunuzun, ideallerinizin, kültürel haklarınızın hiçbir önemi kalmayacaktı. O nedenle millet silkindi. Demokrasi ve özgürlükler adına tüm farklılıklar bir kenara bırakıldı. “Vicdan kardeşliği” ortaya çıktı. 14 binlik fark tam 806 bin 456’ya ulaştı. Ümmete tahvil edilerek kul ve tebaa seviyesine indirilmek istenen millet buna izin vermedi. Şimdi sıra ilk seçimleri kazanmakta.

(U.D.): Bu HDP’ye oy veren en azından bir kısım seçmenin veya HDP’nin “Kürt sorunu” nitelemesinin artık gerçek hayatta bir karşılığı olmadığı anlamına mı geliyor?

HDP’LİLER “KÜRT SORUNU” DER BİZ BAŞKA KAVRAMLAŞTIRIRIZ FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜ İŞTE BUDUR!

(A.Ç.): Demokrasi anlayışımın zorunlu bir gereği olarak söyleyeceğim. Sorunuzdaki değerlendirmeyi yapmak ne hakkımdır, ne de haddimdir. HDP’liler veya şimdiye kadar HDP’ye oy vermiş olan Kürt seçmenler, yaşadıkları sorunları belli kriterleri esas alarak istedikleri gibi tanımlayıp adlandırabilirler.

Biz ise bambaşka bir perspektifle ve onların kullanmayı tercih etmedikleri kriterlerle onların “Kürt sorunu” dedikleri meseleyi bambaşka bir şekilde tanımlayıp, farklı bir kavramlaştırmayla adlandırabiliriz. Fikir ve ifade özgürlüğü içinde bundan daha doğal bir şey yoktur. Olamaz. Ama tam da bir 30 Ağustos günü, bizi millet olarak birleştiren yeni ortak paydanın hepimiz için çok değerli olduğunu düşünüyorum. Buna dikkat çekmek istiyorum.

(U.D.): Bu ortak paydayı 30 Ağustos’ta çok değerli kılan şey nedir sizce...

30 AĞUSTOS TARİHİMİZİN EN BÜYÜK ZAFERİDİR

(A.Ç.): 30 Ağustos insanlık tarihinin hiç istisnasız en büyük siyasi lideri olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün milletimizle birlikte kazandığı tarihimizin en büyük zaferidir. Ondan sonra “Türkiye Cumhuriyetini kuran ahaliye Türk Milleti denir” cümlesi muhteşem bir yeni başlangıçtır! Bu ilk yeni başlangıç, bir 30 Ağustos; bir Diyarbakırlının, bir İzmirlinin, bir Hataylının, bir Trabzonlunun kalbinde aynı ölçüde sevinç yaratır. Ama önümüzdeki ilk seçimde kötülük yönetimi, İzmirlilerin ve Diyarbakırlıların analarının ak sütü kadar helal oylarıyla yıkılacak. İşte o gün geldiğinde duygularımızla birleşeceğiz; bu da fikir ayrılıklarımızdan kaynaklanan gerilimleri azaltacak. Esasen millet olmak da bundan başka bir şey değil...