Türkiye’de İçişleri Bakanı’na güven olmadığını söyleyen Özgür Özel, “Soylu’nun kötü kriz yönetimi, yaptığı yalan yanlış ve dezenformasyona varan açıklamaları güvensizliğe yol açıyor. Tam olarak  endişenin ve kaygının ortasındayız” dedi. 

Son yıllarda “Türkiye’nin en büyük sorunu sizce nedir” diye sorulan kamuoyu araştırmalarında hep en önemli sorun ekonomi, geçim sıkıntısı olarak çıkıyor, çünkü halk görülmemiş derecede artan enflasyona dayanamaz halde. Ancak can kaybı olan büyük bir terör eylemi, bir afet veya maden faciası geçim sıkıntısını unutturabiliyor ki böyle bir terör eylemini yine yaşadık. Hepimizin dikkati bu acı olayda da diğerlerinde olduğu gibi ihmallere, yapılan yanlışlara, olayın arkasında ne olduğuna yoğunlaşmış vaziyette ki hangi parti iktidarda olursa olsun bu tartışmaları, sorgulamaları yapmak toplumun ve medyanın hakkıdır. Bugün, merak ettiğimiz konularla ilgili detayları, bilmediklerimizi Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Sayın Özgür Özel’le konuştum. Kendisi, devamlı bir ilden diğerine dolaşmak üzere yola çıkarken sorularımı cevapladı, teşekkürlerimle birlikte açıklamalarını paylaşıyorum.


Özgür Özel, Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde lisans eğitimini tamamladıktan sonra 2001-2007 yılları arasında Manisa Eczacı Odası Genel Sekreterliği, Manisa Akademik Odalar Birliği dönem başkanlığı ve sözcülüğü yapmıştır. Uluslararası Eczacılar Federasyonu, AB Eczacılık Grubu, Avrupa Eczacılık Forumu gibi uluslararası örgütlere üyeliği ve Türkiye delegeliği bulunan Özel, 24, 25, 26 ve 27’nci Dönem CHP Manisa milletvekili seçilmiştir ve halen Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili görevini de yürütmektedir.

“SINIR NAMUSTUR” PANKARTLARINI BİR KEZ DAHA ASTIK!


■ İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde yaşanan terör olayı toplumda büyük infial ve endişe yarattı, terör uzmanları; benim geçen röportajımda Emekli Albay Erdal Sarızeybek’in de belirttiği gibi bu terör eylemlerinin devam edeceği, dikkatli olunması konusunda yönetenleri ve halkı uyarıyor. Ana Muhalefet Partisi olarak ihmaller ve önlemler konusunda ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Genel Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlu’nun Grup konuşmasında vurguladığı ve bütün vatandaşlarımızın da gördüğü bir gerçek var; biz geçen sene bu zamanlarda Türkiye’nin sınırlarının kevgire döndüğünü, girenin çıkanın belli olmadığını, bundan Türkiye’nin başta Suriye olmak üzere komşularıyla olan ilişkilerinin, dış politikasının, geçmişteki hatalarının büyük rol oynadığını, şu anda Türkiye’de kim var kim yok bilinemediğini söyleyerek, bunu eleştirerek “Sınır Namustur” demiş ve Türkiye’de 81 ilde ve bütün ilçelerdeki binalarımıza ve genel merkezimize “Sınır Namustur” pankartlarını asmıştık. Bu Adalet ve Kalkınma Partisi’ni büyük ölçüde rahatsız etti ve uzun süre Türkiye gündeminde kaldı. Sayın Genel Başkan’ın Salı günkü konuşmasından sonra maalesef aynı pankartları bir kez daha astık, çünkü yaşanan olay bir iç güvenlik sorunudur ama aynı zamanda kötü bir dış politikanın yansıması ve sınırların güvenliğinin ne kadar önemli olduğunu da gözler önüne seren bir sorundur. 

“SORUMLUSU TÜRKİYE’Yİ 20 YILDIR YÖNETEN İKTİDARDIR!”


Patlama olduğu andan itibaren Cumhuriyet Halk Partisi söylediklerinin bir kez daha haklı çıkmasının ve korktuklarının olmasının teessürü içindedir. Hem önümüzdeki dönemde Türkiye’yi yönetecek siyasi parti ya da ittifakın önemli bir bileşeni ve Türkiye’nin Ana Muhalefet Partisi olarak da doğruyu göstermenin, hem de meselenin Türkiye açısından doğru zeminde tartışmanın sorumluluğu içindedir ve bunu yapmaktadır. Şunun altını kuvvetle çiziyoruz; meselenin sorumlusu Türkiye’yi 20 yıldır yöneten iktidar partisi ve onun başındaki Sayın Erdoğan’dır. 

TERÖRLE MÜCADELE ULUSAL BİR MESELEDİR!


■ Cumhurbaşkanı Erdoğan, iktidarın sorumluluğu yerine son terör olayını da CHP’ye bağladı, HDP’yle bağlantı kurdu, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugün birçok terör örgütünün ismini her fırsatta Türkiye’deki herkese yakıştıranlar, muhalefet partisine, muhaliflere, gazetecilere, öğrencilere yakıştıranlar aslında Türkiye’de siyasi kutuplaşmayla birlikte hem terörü sulandırıp, hem terörle mücadele konusunda oluşması gereken ortak ve güçlü, tek sesli bir cepheyi sırf siyasi çıkar uğrunda değersizleştirerek, önemsizleştirerek böyle bir şeyin oluşmasının önünde en büyük engeli teşkil etmektedirler. Terörle mücadele ne iktidar meselesidir, ne muhalefet meselesidir, ulusal bir meseledir ama siz sırf siyasi çıkarlarınız uğrunda kendinizi “milli” yapar, geri kalan herkesi “gayri milli” diye yaftalarsanız, İçişleri Bakanı’na yöneltilen en ufak bir eleştiriye “Polisimize saldırıyorlar, askerimize saldırıyorlar” diyerek bu kıymetli kurumları kendinize kalkan yaparsanız yanlışlarınıza devam edersiniz. Yaşanan terör olayında, örneğin bir önceki Mersin’de yaşanan terör olayında yanlış bir bilgiyi İçişleri Bakanı ağzıyla ilk dakikalarda servis eder ve ülkenin Ana Muhalefet Partisi’ni hedef göstermeye çalışırsanız yaptığınız açıklamalarda kimse sizi ciddiye almaz, bugün böyle bir sorunla karşı karşıyayız. Türkiye’de İçişleri Bakanı’na bir güven yok ve maalesef ona olan güvensizlik ve onun kötü kriz yönetimi, yaptığı yalan yanlış ve dezenformasyona varan açıklamalar bugün Türkiye’deki güven bunalımını yaratıyor. Maalesef, burada çareyi Türkiye’yi bir gün, bir gece iletişimsiz bırakmakta, iletişim kanallarını kapatmakta, sosyal medyayı susturmakta ve sansürlemekte görüyorlar. Bu yapılan iş daha çok kaygı, daha çok endişe, daha çok fısıltı ve dezenformasyon üretiyor, tam olarak böyle bir güvensizliğin, endişenin, kaygının ortasındayız. 

SİYASET TAM DA BUNLAR BİR DAHA YAŞANMASIN DİYE YAPILIR!


Burada düşülmemesi gereken tuzak, bugünkü iktidarın, seçimi kaybettiğini, Türkiye’yi yönetemediğini gördüğümüz iktidarın, ülkeyi bir endişe, bir kaygı iklimine sürüklenmesinden bir menfaat ummasıdır, Ana Muhalefet Partisi olarak yaptığımız bütün eleştirilerin ne kadar haklı olduğunu görüyoruz, gelecekte ülkeyi yönetmeye talip bir siyasi parti olarak bizi belli bir sorumluluk bekliyor, bugün kullandığımız muhalefet dilini de son derece sorumlu bir şekilde inşa ediyoruz, ancak şunun da altını çiziyorum her konuda bir kolaycılığa kaçılıyor; dış politikada, iç politikada, güvenlikte, terörle mücadelede hatta bazen ekonomi eleştirilerinde “Efendim, bunu siyasete alet etmeyin, bu konuda siyaset yapmayın” diyorlar, siyaset tam da bunlar bir daha, bir daha yaşanmasın diye yapılır. Bu alan fevkalade siyasi bir alandır çünkü hükümet tercihini Suriye’yle kavga etmekle, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olmamakla, Suriye’deki devlet dışı unsurları muhatap kabul etmekle yapmış, onları “eğit, donat, yolla savaşsın ve ülkesini parçalasın” diyerek Suriye’deki kaostan, çöküşten medet ummuş ve Suriye’deki bir rejim değişikliğinin açıkça tarafı olmuş ve bu hatalı dış politikası yüzünden milyonlarca sığınmacının kendi ülkelerinden ayrılarak Türkiye’ye gelmesine sebep olmuş ve sınırların ortadan kalktığı, sınırların kevgire döndüğü bir sürecin müsebbibi olmuştur. 

Ayrıca Türkiye’nin İran sınırında Afganların geçişiyle yaşanan zafiyet, yüzbinlerce Afgan mültecinin Türkiye’ye geçmesi, hatta Amerika ve İngiltere gibi bazı ülkelerin Afganistan’daki işbirlikçilerine “Türkiye üzerinden kabul edileceğini” söylemeleri üzerine daha geçen sene büyük bir akının yaşanmış olması, içlerinde kadın ve çocukların bulunmadığı on binlerce yüzbinlerce Afgan’ın kontrolsüz şekilde ülkemize geçiş yapmaları hafızalarda ve bu süreçte CHP hem sınır güvenliğine, hem bu kontrolsüz girişlere vurgu yapmıştı ama bunları dinlemeyenler şimdi Türkiye’nin gözbebeği İstanbul’da, İstanbul’un kalbi Taksim’de ve Taksim’in en önemli noktası İstiklal Caddesi’nde böyle bir eylem yaşandıktan sonra “teröristi hızlı yakalayıp tutuklamakla” öğünüyorlar. 

Bu, AKP’den önce de olan, sonra da olacak olan, Cumhuriyet’ten önce kurulmuş çok önemli birikimleri olan polis teşkilatının başarısıdır ama orada o bombanın patlıyor olması bir güvenlik zafiyetidir ve o bombanın ve patlatanın bu ülkeye girişi, bombanın oraya kadar taşınması, o bombanın patladığı ana kadar kontrolün Türkiye Cumhuriyeti devletinde değil terör örgütünde olması bir istihbarat zafiyetidir ve iktidarın sorumluluğundadır. Bunu tartışmak, bu işi siyasete alet etmek değildir, çünkü olay doğru siyasetin kurgulanmamış, yapılmamış olması, bir dizi yanlışın uç uca eklenmesinin sonucudur. Dünyanın neresinde ülkenin kalbinde bir bomba patlarsa güvenlik bürokrasisi ve onların başında olan bakanla ülkeyi yöneten kişi sorumludur. Daha da ekstra bir sorumluluk; bir tek adam rejimiyle yönetilen ülkede işine geldi mi “Bu işin başı benim, ben” diyen kişinin şimdi sorumluluğu alması gerekmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu birbirlerinden az olmamak üzere yaşananlardan sorumludur.


AKAR SEÇİM GECESİ ÜNİFORMASINI ÇIKARIP BAKAN KIYAFETİNİ GİYMİŞTİR!


■ Sınırları korumakla görevli Genelkurmay’ın ve Milli Savunma Bakanlığı’nın açıklamalarını duymadık, Milli Savunma Bakanı sınırımızı korumak için PKK/PYD’ye karşı yapılan operasyonları medyada anlatıyordu, üstelik TSK’nın kontrolündeki bir sınırdan bu kadar kolay geçişler onların da sorumluluğunda değil mi?

Türkiye’deki önemli bir sorun da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun hem terörle mücadelede, hem sınır güvenliğinde, hem sınırı aşan operasyonlarda dahi kendisini öne çıkarmak için Milli Savunma Bakanlığı’ndan, Genelkurmay Başkanlığı’ndan rol çalması. Hulusi Akar’ın da geçmişten gelen “partili bir Genelkurmay Başkanı” olmasını, bu tarihte ilktir -seçim gecesi öyle oldu üniformasını çıkarıp bakanlık kıyafetini giyerek belli olmuştu-  ve şimdi de “örtülü bir Genelkurmay başkanı” gibi davranmasını, Genelkurmay Başkanı’nı hiçleştirmesini, “Bana bağlı bir Genelkurmay başkanı buldum, bırakmam” diyerek orduya ve kuvvet kademesine karşı yaptığı değersizleştirmeyi bir kenara not etmek isterim. 

Gelinen noktada kendi sorumluluk alanlarına sahip çıkamıyor, örneğin patlama yaşandığında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Suriye’de ev teslim ediyordu, öyle bir törendeydi ve Hulusi Akar ise bazı yerlerde basın açıklamaları yapıp bazı yerlerde gösterişli fotoğraflar çektiren ama kendi sorumluluğunu tam olarak yerine getirmeyen ve Süleyman Soylu’yla aralarındaki yetki-görev paylaşımının muğlaklığını sürdüren ve bir zafiyetin sorumluluğunu paylaşan bir pozisyondadır. Burada Hulusi Akar’ın sorumluluğunu da ve onun ortaya koyduğu “terörü sınır ötesinde durduruyoruz” diye söylediği ama bu konuda son derece yetkin isimlerin bu konsepti eleştirdiği noktada Akar’ın ortaya koyduğu, övündüğü güvenlik konseptinin işlemediği bu olayda görüldü. Milli Savunma Bakanlığı’nın ve Hulusi Akar’ın sorumluluğunu ortaya koymak gerekiyor. Hem kendi yetki-sorumluluk alanını Süleyman Soylu’nun taarruz ve tacizine açık tutuyor, hem de kendi görevindeki eksikleri görmüyor, kıdemli güvenlik uzmanları tarafından eleştirilen bu yaklaşımın işe yaramadığı bu olayda bir kez daha görüldü. Bu konu, CHP’nin eksik kaldığı bir konu değil, aksine ben de söyledim, Genel Başkan da elini masaya vurarak söyledi, bu meselelerde hükümeti doğru şekilde ve doğru yerden eleştiriyoruz.

SURİYE REJİMİYLE ANLAŞMADAN SADECE BRİKET EV YAPMAK SEÇİMLERE YÖNELİK BİR ŞOVDUR VE FUKARANIN HAKKI BİR KEZ DAHA ÇARÇUR EDİLECEKTİR!


■ Suriye’de teslim edilen 1 milyon briket ev nedir?

Bizim, Suriyeli sığınmacıların geri gönderilmesine yönelik akılcı, ayakları yere basan geleceğe dönük yaklaşımımız halktan destek görünce apar topar tuttular “Suriye’de briket evler yapıp Suriyelileri oraya döndüreceğiz” dediler. Tek başına oraya yapılan briket evler bu yokta yoksullukta, bu ekonomik krizde bir kez daha Türkiye’nin parasını boşa atmaktır, çünkü bu sorun briket ev yapmakla çözülmez. Elbette ortaya koyduğumuz çözümün önemli bir halkası dönecek sığınmacıların kalacağı evleri yapmaktır ama Suriye’deki kaosu çözmeden, Suriye rejimiyle anlaşmadan, Avrupa’yı bu çözümün bir parçası yapmadan sadece oraya briket evlere para gömmek bir kez daha fakir fukaranın hakkı olan parayı yanlış bir yere çarçur etmekten başka bir şey değildir. Bu bir büyük projedir, masanın bir tarafında Esad, bir tarafında Türkiye, diğer tarafında AB ve göç sorununun bütün hedef ülkeleri olmadan çözülemez, güvenlikleri garanti edilmiş bir gelecek inşası ve tüm tarafların ikna edilmesiyle çözülebilecek bir sorundur.

“CHP bunları güvenle göndereceğim diyor biz de göndereceğiz, sınırda briket ev yapalım” demek tamamen iç politikaya ve seçimlere yönelik bir şovdur ve harcanan para da endişemiz odur ki boşa gidecektir.

EVLERİN PARASININ BÜYÜK KISMI DA BİZİM CEBİMİZDEN ÇIKIYOR!


■ Bu kadar sıkıntı varken Türkiye tek başına mı ödüyor bunu da?

Merkel’le kurban pazarlığı yapar gibi bir 6 milyar TL konuşuluyordu, AB 3+3 milyar avro taahhüt etti, son açıklamalarına göre 4,1 avrosu ödendi, Ankara’nın son açıklamasına göre 3,6 milyar avrosu ödendi. 6 milyar avro alınmış bile olsa Tayyip Erdoğan’ın harcandığını söylediği paranın çok küçük bir kısmı eder, toplamda Türkiye’nin bu işte cebinden çıkan diyelim ki 20 liranın 19 lirası bizim cebimizden 1 lirası Avrupa’nın cebinden çıkıyor, oysa tam tersine bile layık değiliz, çünkü bu mesele -Türkiye’nin yaptığı bütün yanlışların altını bir kez daha çiziyorum ama- Suriye’yi vekalet savaşlarına alet eden ABD’nin, Rusya’nın ve burada yaşananlara Türkiye’nin sorunuymuş gibi “Tayyip Erdoğan’ın gösterdiği zafiyet üzerinden” bizim sırtımıza yıkıp kaçan bütün Avrupa’nın sorumluluğudur. 

■ Olayın arkasında başka devletlerin olduğu açıkça ifade edildiğine göre son terör olayında bombacı teröristin ve arkasındaki isimlerin Suriyeli oluşu acaba seçim sürecinde Suriyeli sığınmacılarla halkı gerginliğe sürükleyecek bir tablo çıkarabilir mi sizce?

Türkiye’de dört başı mamur bir güvenlik zafiyeti var, bir yandan uyuşturucu çeteleri kol geziyor, uyuşturucu baronları cirit atıyor, çeşitli ülkelerin çeteleri sokaklarda birbiriyle çatışıyor, infaz ediliyorlar, öldürülmeyenler yakalanıyor. Dünyadaki çetelerin tercih ettiği ve rahatlıkla fink atabildiği bir ülke haline gelmiş. Öbür tarafta sınır güvenliği ve güvenlik zafiyetinden dolayı terör örgütleri kontrolümüz altında dediğimiz Afrin’den geçiyor, “Sayısını biliyoruz, burunlarını çıkaramaz” dedikleri terör örgütleri İstiklal Caddesi’nde arzı endam edip, 40 dakika da oturup bomba patlatabiliyorlar, işin böyle bir boyutu var. 7 Haziran-1 Kasım arası Türkiye’ye yaşatılan süreç insanların hafızalarında ve kaygı o ki yeniden Türkiye’ye bir korku ve endişe ve ekonomik krizin önüne geçen bir güvenlik gündemi dayatılacağı telaşı var. Ama bütün vatandaşların; ekonomiyi kötü yönetenin de sınırları koruyamayanın da dış politikayı zaafa uğratanın da İstiklal Caddesi’ni ve oradaki vatandaşlarımız korumayanların da aynı iktidar, aynı siyasi irade, aynı kötü yönetim anlayışı ve ekonomiden güvenliğe yönetemeyen ve savrulan bir iktidar olduğunu görmesi ve bütün sorunların çözümünün bu iktidarı değiştirmek olduğunu bilmesi gerekiyor. 

“SANDIĞA EMİN ADIMLARLA İLERLEMEK VE BU HÜKÜMETİ DEĞİŞTİRMEK GEREKİR”


6 evi düşen ateş hepimizin yüreğini yaktı ama bir yandan da nedeyse nüfusun yarısının mutfağında da, cüzdanında da çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayamayan toplumun bağrında ayrı bir yangın da var. Bu yangınların hepsini söndürebilmek, hem şehit evlerine, hem madenci evlerine ateş düşmemesini, hem ekonomik krizin yarattığı yangını söndürmenin tek yolu bu kötü yönetimi, iktidarı değiştirmekten geçiyor. Bu yüzden seçime giderken bir korku iklimiyle yeniden ülkeyi teslim almak isteyen zihniyetlere ve karanlık odaklara karşı da cesaretle ve dirayetle sandığa doğru emin adımlarla ilerlemek ve kararlılıkla bu hükümeti değiştirmek gerekir. 

BU NASIL BİR ÇİFTE STANDART, NASIL BİR REZALETTİR?


Ayrıca hem Soylu, hem Bahçeli ve MHP’nin birçok ismi Batı ülkelerini kast ederek “PYD’yi terör örgütü olarak tanımayanların sorumluluğunda” diyor, doğru, peki Rusya’daki PYD bürolarını ve Rusya’nın PYD’yi terör örgütü saymamasını nereye koyacağız? Rusya’yla canciğer kuzu sarma olmuş, gelecek seçimleri kazanma umudunu maddi olarak ve siyasi destek açısından Rusya’ya bağlamış Ak Parti’nin “cambaza bak” diye bu PYD meselesi üzerinden sadece Amerika’yı gösteriyor olmasının yanında ipteki diğer cambazın aynı pozisyonu tutuyor olması ve buna hem MHP’nin, hem AKP’nin susuyor olmasına ne demek lazım? Bu nasıl bir çifte standart, nasıl bir rezalet? Rusya’nın Tayyip Erdoğan’ın devamı için pozisyon alıyor olması ve bunun da Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından büyük bir zafiyet yaratıyor olması çok önemli. 

■ Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ile CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır tartıştılar, Başarır, Bozdağ’a “Fethullah Gülen’le ilgili övgülerini” hatırlatarak “Neden hep muhalefete fezleke geliyor, size neden gelmedi” diye sordu. Bozdağ ise “O sözler geçmişte söylenmiş, keşke söylememiş olsaydık, siz mahkeme bastınız” dedi. İzlerken ne düşündünüz?

Türk Ceza Kanunu’nda bir milat yok, yani işinize geldiğinde bir milat ilan edin, o tarihten öncesi “hayırlı bir cemaat”, o tarihten sonrası “terör örgütü”, böyle bir milat yok, o yüzden bu milat AKP’nin kendisi için çizdiği bir konfor alanı. Geçmiş kusurlarını FETÖ sabunuyla yıkayıp kendilerini pirüpak ilan ettikleri bir alan. Bugün Türkiye’deki baskı altındaki mahkemeler veya yandaş hakimlerden oluşturulan mahkemeler –biliyorsunuz 15 Temmuz’dan sonra ihraç edilen birçok hakimin yerine Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Gençlik Kolları’nda, Kadın Kolları’nda geçmişte görev yapmış birçok avukatı hakimlik, savcılık sınavıyla da kendi teşkilatlarından yargı teşkilatına devşirdiler. Bazı hakimlerin sinerek, bazı hakimlerinde kasten bir 17-25 Aralık miladı çizdikleri ve öncesindekilerin hiçbirini suç kabul etmedikleri olayı var. Yapılan işlemin tamamı kanunsuz, yapılan işlemlerin tamamı hukuksuz ve Bekir Bozdağ’ın söylediklerinin hepsi,  kendince savunması “keşke” diye başlayan sözleri yok hükmündedir. Bunu duyan herkes “Bekir Bey, siz TCK’ya göre cezalandırılmış birçok teröriste de yöntem mi gösteriyorsunuz, bu işin keşkesi olmaz” demektedir. Kendisinin o günkü ifadeleri suçu ve suçluyu övmekten başka bir şey değildir. Bir terör örgütüne yardım ve yataklık etme suçunu Adalet ve Kalkınma Partisi’ndeki birçok isimle birlikte Bekir Bozdağ da işlemiştir. Bugün mahkemede karar okunana kadar gıkını çıkarmadan dinleyen milletvekillerimiz, karardan sonra buna tepki göstererek salondan çıkıp protesto etmelerini mahkeme basmak gibi göstermek, bunun üzerinden bir suç isnadı yapmak ve CHP’li milletvekillerine dokunulmazlık kaldırma tehdidinde bulunmak aymazlıktan başka bir şey değildir. Bu şantaja teslim olmayız, onlara verecek tek milletvekilimizin saçı bile yoktur.