Artık bir şey gizli kalmıyor. Belgeler hemen saçılıyor. Bugün iki ilginç belgeden alıntılar yapacağım, siz de yüce devletimizin nelerle uğraştığına şaşıracaksınız. Belgeler elimizde olmasına rağmen isimleri belirtmeden o ilginç olayları aktaralım.

Olay, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün önemli bir dairesinin makam odasında yaşandı. İddiaya göre Daire Başkan Yardımcısı, evindeki köpeği Emniyet’in bahçesine getirdi ve şoförlüğünü yapan polise de köpeğine bakmasını istedi.

“KÖPEĞE DOKUNAMAM”

Başkan yardımcısının şoförü, C. Savcılığı’na yaptığı suç duyurusunda özetle şu iddiada bulunuyor: “Şafi mezhebinden olduğum için köpeğe dokunmadığımı ve bakmak istemediğimi söyleyince, başkan yardımcısı mezhebime de küfürler etti. Göğsüme vurdu. Odadan çıkmama izin vermedi, üzerime bir şeyler fırlattı. Elimden ve başımdan yaralandım. Odada bulunan özel kalemdeki arkadaş da sesleri duyup gelenler de olanlara şahittir.”

Karşı tarafa sorduğumda, olayın suç duyurusundaki gibi olmadığı, müfettişlerin konuyu araştıracağını belirtti ve şunları ekledi: “Ortada bir disiplinsizlik, terbiyesizlik ve orucun da etkisiyle bir gerginlik yaşanmış. Ama asla darp ve mezhep konusu yok. Kaldı ki başkan yardımcımız bunları yapmayacak, söylemeyecek kadar da tecrübeli.”

“RİCA EDİYORUM” DERSENİZ

Valilik soruşturma izni vermeyince, savcı Bölge İdare Mahkemesi’ne 24 Aralık 2021’de itiraz etti.  Cevap gelmeyince savcı, itirazının akıbeti hakkında 10 gün içinde istenen bilgilerin verilmesini “rica” etti. İmkansız ise sebebinin bildirilmesini, sorumlular hakkında adli işlem yapılacağını belirtti.

Mahkemesi Başkanı çok kızdı. Savcılığa gönderdiği yazıda “rica”nın resmi yazışma dilinde “emretmek” anlamına geldiği, dolayısıyla mahkemeye emredildiğini belirtti. Olay büyüdü. Başkan, savcının yazısına şu karşılığı verdi:

“CEVAP VERİLMEYECEK

“Tarafı bulunduğunuz, tarafı bulunmasaydınız bile ileride taraf konumuza gelme ihtimalimizin bulunduğu bu itiraz dosyasında dava dairemize hitaben ‘rica’ kelimesini kullanmak suretiyle emredemeyeceğiniz ve hukuksal birtakım yollamalarla dahi olsa davada dairemizi tehdit edemeyeceğiniz açık olduğundan, bunun aksine düzenlenen ve dava dairemize itirazınız hakkında etki altında bırakma gayesi taşıyıp taşımadığı belli olmayan ilgi yazınıza cevap verilmeyecektir.”

Bu yazışmayı emekli Ağır Ceza Hakimi Nihat Varol’a sordum. O şöyle yorumladı:

“Ben idare mahkemesi başkanının yerinde olsam bu yazıyı yazana kadar, istenilen cevabı verirdim.  Savcının bu yazısı bana gelse kafaya takmam, ihtar bölümünü çıkarır, “arz (!) eder” ve o savcıyı  ‘tatmin’ ve ‘mutlu’ eder, görevin bir an önce tamamlanmasına bakardım. Sanırım anormal, gurursuz-karakteri bozuk olan ben ve benim gibi olanlar. Yoksa ne yazıyı yazanı, ne de yazılan makamda bulunanı eleştirmiyorum. Hepsi muhakkak doğru ve gerekeni yapıyorlardır.”

Emniyet ve yargının gündeminde bazen bunlar da oluyor.

Bu soruyu 5 yıl önce sormuştum


Türkiye, 1951 Cenevre Mülteciler Sözleşmesi’ni coğrafi sınırlamayla kabul etmişti. Avrupa ülkeleri dışından gelenler ülkemizde “sığınmacı” kabul ediliyor. Sığınmacı, mülteci olarak uluslararası koruma arayan ancak statüleri henüz resmi olarak tanınmamış kişilere deniliyor. “Göçmen” ise ülkesinden ekonomik veya diğer nedenlerle gönüllü olarak ayrılan kişi demek. Yani göçmenler ülkelerini kendi istekleri doğrultusunda terk ederken, mülteciler ülkelerini terk etme zorunda kalan ya da terk ettirilen kişilerden oluşuyor.

Suriye’den ülkemize gelenler ‘sığınmacı’ durumundan çıkmış, Türk vatandaşlarının ötesinde haklara sahip konuma getirilmiş. Türkiye’de bulunan Suriyeliler, kaçtıkları ülkeye canları istediği zaman gidip geliyor. Günlerce Suriye’de kalıyor, sonra ülkemize dönüyor. Bu durumda olanlara “sığınmacı” da denilemez. Çünkü, 1951 tarihli sözleşmenin hiçbir statüsü, ülkemizde bulunan Suriyeliler için geçerli değil.

1 Eylül 2017’de bu köşede, Suriyeliler ülkelerine gidebiliyor, orada kalabiliyor, sonra dönüyorlarsa o zaman, bunların ülkemizde bulundurulmasının farklı nedenleri olabileceğini belirtmiştim. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, yerinde uyarıda bulundu. Yıllardır, bayramda ülkelerine gönderilen Suriyeliler için, İçişleri Bakanı da karar değiştirdi?

İRANLILARA NE YAPTIK?

Körfez Savaşı’ndan önce İranlı 3 bin civarında rejim muhalifi Irak’a mülteci olarak sığınmıştı. ABD, bunları Saddam’a karşı kullanmak üzere eğitti.  İkinci Körfez Savaşı’ndan sonra ABD, İranlı mültecilerin Türkiye’ye sığınmasını istedi. Onlar da Irak’tan, İran’a geçiş yaptı ve İran üzerinden Türkiye’ye girmek istedi.

İşte, devletimiz kararlılığını gösterdi, mevzuatımız gereği, sığındığı ülkeden, kendi ülkesine gönüllü dönenler, mülteci sıfatını kaybettiği için artık başka bir ülke tarafından sığınmacı ya da mülteci sıfatı alamayacağı için ülkemize girenleri sınır dışı etti, girmek isteyenleri de almadı.

Bunlar da bağırıp çağıranlara ders olsun.