Türkiye, 84.6 milyon nüfusunun 28 milyonu yani her 3 kişiden 1’i öğrenci olan bir ülkedir. Öğrenci sayımız, Norveç’ten Finlandiya’ya, İsveç’ten İsviçre’ye dünyada 150 ülke nüfusunu geride bıraktı. İktidarın 3-5 yılda sayısını 215’e çıkarılmakla övündüğü üniversitelerde 8.4 milyon öğrenci var. Yani ülkedeki her bin kişiden 99’u üniversitede okuyor. Almanya ve Fransa’da 40’ı, İngiltere’de 39’u, AB ülkelerinde ise bin kişiden 38’i üniversite eğitimi alıyor. Erdoğan, “Şansölye Merkel’e, ‘Bizim 8 milyon 400 bin üniversite gençliğimiz var’ dediğimde böyle bir üfledi, şaşırdı. Bizim eksiğimiz nerede? Keyfiyette” demişti. Şaşkına çevirip, üfleten üniversitelerimiz gerçekten bir üniversite mi?

KEYFİYET SORUNU

Atanmış rektörler, hısım akraba akademisyenler, işsizlik garantili gereğinden fazla öğrenci sayısına bakılınca Türk yükseköğretim sisteminde gerçekten de çok ciddi bir ‘keyfiyet’ sorunu var. Türkiye’deki her 3 üniversiteden 1’ini hâlâ bilimsel yayını ‘sıfır’ olan 68 rektör ve tek bir yayını dahi atıf alamayan 72 rektör yönetiyor. Ülkedeki her 3 üniversiteden 2’sini yöneten rektörlerin akademik varlığı kabul görmüyor. 84 milyon nüfuslu Almanya’da 2.8 milyon, Türkiye’nin 1/3’i kadar üniversite öğrencisi var. Öğrenci sayısı azlığı Almanların stratejik zayıflığı olamaz. Mantar gibi üniversite açanlar sonunda gerçeği görüp yeni Yükseköğretim Yasası için Ankara’da gizli bir çalışma başlattı.

REKORLAR REKORLAR

Üniversitelerdeki sayısal artış istihdam dengesini bozdu. Niteliksiz makale, tez ve yayın sayısı da akademinin ayarlarını bozdu. Türkiye’nin akademik beyni YÖK Ulusal Tez Merkezi’nde 594 bin 588 tez var. YÖK’ün kurulduğu 1982’de yılda 487 tez yazıldı. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılına kadar bu sayı 14 bin 443 yüksek lisans ve doktora tezine çıktı. İktidarın sözde reformlarıyla 2019 yılında bir anda yılda 75 bin 625 tez yazıldı. Sonra 2020’de 39 bin 635’e, 2021’de 42 bin 736 derken 2022’nin Ocak ayında 248’i yüksek lisans, 54’ü doktora, 40’ı tıpta uzmanlık, 3’ü sanat, 6’sı diş hekimliği 351 tez daha bir ayda jüriden geçti. Bilimsel araştırma rekoru mu kırıyoruz yoksa Türkiye’de bir tez yazma fabrikası mı kuruldu? İnceleyelim.

KARGODAKİ TEZ

Sermayesi öğrenci olan yıllık 300 milyon lira cirolara çıktığı iddia edilen tez pazarı gerçeğiyle acil yüzleşilip, intihal yani aşırma/bilimsel hırsızlık ve akademik unvan gaspı durdurulmalıdır. Yüksek lisans, doktora tezleri para karşılığı yazılıp jürilerde alkışlarla, jet hızıyla oylanıp, onaylanıyor. Türkiye artık parayı bastıranın hukuk, öğretmenlik, ekonomi, mühendislik, tıp gibi ihtisas meslekleri dahil her alanda yüksek lisans ve doktora tezi yazdırabileceği bir ülke oldu. Parası mı? Bölüm, konu, teslim süresi ve üniversitesine göre değişiyor. Lisans 2 bin lira, yüksek lisans 4 ile 15 bin lira ve doktora tezi 15 ile 30 bin liralara yazılıyor. İntihal oranı hesaplanıp, bastırılıp, pizza siparişi gibi kargodan tez teslimatı yapılıyor.

GİZLİLİK PRENSİBİ!

Tez yazdırmak isteyenler internetten istediği şirketi seçiyor. Yasal işlem yapılmayan tıkır tıkır işleyen bir tez borsası kurulmuş. Sayıları tam bilinmese de bu işi yapan 50’den fazla şirket var. Onlardan bir kaçına sadece, ‘Merhaba’ dedim, bir kaç saniyede dönüldü. Ekiplerinde 30 kişilik doktor, doçent hatta profesör olduğunu iddia edip, jüriden geçme garantisi verdiler. “Öğretmenim, duyulursa atılırım” dedim. “Gizlilik prensibimiz, korkmayın hocam” diye cesaretlendirdiler. “Sahte, intihal tezlerin bilim insanı niteliğindeki düşüşe etkisini kanıtlamak istiyorum” gibi yaptıkları yasa dışı işi hatırlatan bir tez konusu söyledim. Asgari ücretten düşük, 4 bin 100 liraya yazacaklarını söyleyip, “Niteliksizliği kanıtlarız” dediler.

FREN PATLADI

Dünyada akademinin kurucusu Platon’un adını taşıyan tez yazma şirketi bile kurulmuş. “Kulağa hoş gelmese de şu bir gerçek ki, para karşılığı tez yazıyoruz. Tez yazmak her babayiğidin harcı değil” diyerek, referanslar veriyorlar. Paralı tez yazma işine akademisyenlerin karıştığına inanmak istemedim. Profesör, doçent hocalarımıza sordum. “Tez yazmamız için bize de teklif geliyor. Tezine göre paranın bir kısmı hocaya veriliyor” diyerek doğruladılar. Şirketleri suçlamayıp, “Doktoralılar işsiz. Vakıf üniversiteleri zam yapmadı. Ek gelir için devlette saati 124 liraya derse giriyoruz. Elektriğin bu kadar pahalı olduğu bir ülkede geçinmek zorundayız. Artık, ‘etik değil’ diyemiyoruz. Tez yazmak ne? Bu gidişle gece taksiye bile çıkacağız” diyorlar. Taksi direksiyonlarında atanamayan öğretmenlerden sonra doçent, profesör görürseniz hiç şaşırmayın. Atatürk’ün 90 yıl önce İsviçre’den Prof. Dr. Albert Malche’yi getirip temelini attığı Türk yükseköğretim sisteminin freni patladı!