Sevgili okurlarım, başımızdaki iktidar çok önemli bir adım attı ve Türkiye Cumhuriyeti olarak içinde bulunduğumuz mutlu yılları “Türkiye yüzyılı” ilan etti!

Bu öyle bir yüzyıl ki, Cumhuriyet’in 100. yılını bile sırf Atatürk’ün ismi daha fazla anılmasın diye kutlamaları mümkün olmadı.

Şu yaşadığımız günlere, aylara bakın...

Hepimiz sokağa çıkıyoruz. Sokakta iken bir sürü insanla tanışıyor, konuşuyor, dertleşiyoruz. Tanık olduğumuz manzara şöyle:

Toplumun sinirleri gergin. Fiyatlar, yolsuzluk ve savurganlık almış başını gidiyor. Milyonlarca insanımız çaresiz. Memleketi yönetenlerin ise keyfi gıcır. Onlara ulaşmak, hesap sormak mümkün değil. İşsizlik diz boyu. Adamlar yargıyı da ele geçirmiş, kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktan utanmıyor. Hak, hukuk ve adalet kavramları paspas gibi çiğneniyor.

Bu gerçekleri hem kendimiz yaşıyoruz, hem de milyonlarca insanımız...

Hangi görüşte olursanız olun size soruyorum, çevrenizde “mutlu insanlar” görüyor musunuz?

En basit bir trafik kazası sonrasında bile yumruklar, bıçaklar, silahlar ortaya çıkıyor.

Ticari işler dahil kimse kimseye güvenmiyor. Toplumun yarıdan fazlası borçlu.

Mutluluk tablosu çok özetle böyle!”

★★★

Bizi yöneten iktidar çareyi baskı uygulamakta buldu. Türkiye’yi Meclis falan değil, ‘Saray’ yönetiyor.

Operasyonlar birbiri ardına geliyor ama bombalar hep karşı tarafta, özellikle de CHP’nin başında patlatılıyor.

İstanbul’u kendilerince hallettiler, sıra şimdi İzmir’e geldi. Dünkü bilanço Büyükşehir eski başkanı Tunç Soyer ve CHP il başkanı Şenol Aslanoğlu dahil 157 gözaltı!

Hiç kuşkunuz olmasın, polis operasyonları sürüp gidecek ve Türkiye’nin dört bir yanındaki CHP’li belediyelere yansıyacak.

Sıra belki Mansur Yavaş’a bile gelecek.

Şu manzaraya bakın, dünyanın en önemli kentlerinden İstanbul’da, kentin göbeğindeki Taksim ve çevresine giriş çıkış yasak!

Niçin? Çünkü protestolar yoğunlaştıkça büyük toplumsal olaylar çıkmasından korkuyorlar. 

Ama iş kendi adamlarına gelince kıvırtmak zorunda kalıyorlar.

“Türkiye yüzyılı” ilan ettikleri masal özetle böyle...

Sorumsuzluk, vurdumduymazlık, yolsuzluk, savurganlık, hayat pahalılığı, huzursuzluk ve gergin, mutsuz bir millet...

Özellikle de adamına göre muamele.

Ve işte size Diyanet!

Sevgili okurlarım, yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığım olumsuzlukların en somut örneklerinden birini bizim Diyanet İşleri Başkanı sergiliyor. Hem de hiç çekinmeden, korkmadan ve yılmadan!

Burada defalarca yazdım, Diyanet’in başında Ali Erbaş isimli biri var. Onu artık ismen bile olsa tanıyorsunuz.

Bugüne kadar devlet kesesinden ziyaret etmediği ülke kalmadı.

Beş kıtada 100’e yakın ülke!

Dünyanın çevresinde 13 tur atan, 535 bin kilometre yol yapan bu beyefendi Suudi Arabistan’a 19 kez gitti..

Diyanet çalışanları kendisini “Diyanet İşleri Başkanı değil, Ziyaret İşleri Başkanı” olarak tanımlıyor!

Makamına sadece 11 kilometre mesafede olan Anıtkabir’e ise hiç uğramadı.

Diyanet’in 90 bin camide her Cuma günü okunan hutbelerinde Atatürk’e özellikle yer vermedi!

Atatürk’e gıcık!

Bu şahıs devlet içinde ayrı bir devlet...

Almış Tayyipgillerle birlikte Saray’ın desteğini arkasına, karışanı yok, hesap soranı yok, istediği gibi at koşturuyor.

★★★

Bizim gazetede bugün Deniz Ayhan’ın çok ilginç bir haberi daha var, mutlaka okunması gerekir.

Ali Erbaş’ın son kurban bayramındaki hac gezisine götürdüğü görevliler... Belgesi Deniz’de...

Şatafat ve israfa bakın lütfen!

Aşçılar, diyetisyenler, çamaşırcılar, ütücüler, makam şoförleri, yemek servisi görevlileri.

Bunların çoğu eşi Seher Erbaş’la birlikte kaldıkları görkemli başkanlık çadırında, bazıları ise çadırın kadınlar bölümünde görevli.

Yazının ilk bölümünde günümüz Türkiye’sindeki mutluluk (!) tablosunu kısaca anlatmaya çalışmıştım.

Bizim ‘Ziyaret İşleri Başkanı’ bu tablonun tam da göbeğinde yer alıyor.

Devletin parasıyla, iktidarın güvencesiyle krallar gibi yaşıyor. Yaşasın bakalım da, acaba nereye kadar!