Sevgili okurlarım, Türkiye Cumhuriyeti olarak çok kritik günler yaşıyoruz. Herkes soruyor “Ne olacak, bu işin sonu nereye varacak” diye.

Bu gibi durumlarda herkes belli kişilerin konuşmasını, milleti yeterince bilgilendirmesini haklı olarak bekler.

Bizde ise bugün olduğu gibi tam tersi oluyor, konuşması gerekenler suskun kalırken, bazıları uluorta konuşuyor.

Meclis’te milletvekillerinden oluşan koskoca bir komisyon kurdular, haftalarca konuştular. Bazı kimseler davet edildi, onları yine uzun uzun, bıktırırcasına dinlediler.

Peki ama dün itibariyle sonuç ne oldu?

Hiçbir şey olmadı. Zaten olacağı da yoktu. Sonuç sıfıra sıfır, elde var sıfır!

AKP-MHP iktidarı tarafından kurgulanan plan belliydi.

İşi kitabına uydurup Apo’yu ziyaret etmek, onu yeniden ülke gündemine taşımak ve eğer olursa “Terörsüz Türkiye (!)” amacına bu yolla ulaşmak.

Bunun iki nedeni var. İlki, Apo’yu eğer mümkün olursa kafakola alıp yapılacak ilk seçimde Kürt oylarının bir miktarını AKP-MHP ortaklığına devşirmek... Çünkü bir şeyi iyi gördüler...

Kürt oylarını kendilerine yeterince transfer edemedikleri takdirde, bu tatlı iktidar ellerinden sabun gibi kayıp gidecek.

★★★

Kim gidecek, hangi parti gitmeyecek, bu soru artık hiç önemli değil.

Karar verildi.

Meclis Komisyonunun AKP’li, MHP’li ve DEM’li temsilcileri İmralı’ya gidip Apo ile görüşecek.

Yani başka bir deyişle Apo tarafından “huzura” (!) kabul edilecekler.

Şimdi soralım:

Cumhuriyet’in Meclisi, başka bir deyişle “devlet”, bir teröristin ayağına gider mi?

Bunu da gördük, demek ki gidermiş!

★★★

Bunları yazarken utanıyorum çünkü böylesine rezil bir olay Cumhuriyet tarihinde ilk kez oluyor.

Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak bu günlere kadar nice olaylar yaşadık, nice badireler atlattık, ne baskılara uğradık ama böylesine hiçbir zaman tanık olmadık.

Şimdi bu aşamada en isabetli kararı İmralı’ya gitmemekle CHP verdi. Şunu rahatlıkla söylüyorum:

Devletin ve Meclis’in onurunu, şeref ve haysiyetini CHP korudu ama tek başına kaldı...

Çünkü bu işin sonunun nereye varacağını CHP anlamıştı.

AKP-MHP-DEM üçlüsünün Apo’nun ayağına gidip kabul edilmesinin ardında yatan oyun ve buna bağlı olarak kurulan tezgâh, karşımızda apaçık duruyor.

Bu üçlü, yakın bir zamanda Anayasayı kendi istemleri doğrultusunda değiştirmeye kalkışacak ve tiyatronun perdeleri işte o zaman yavaşça, eğer mümkün olursa vakvakları fazla ürkütmeden açılacak.

İlk hedef anayasa ve yasa değişiklikleri...

Böylece Recep Tayyip’in üçüncü kez cumhurbaşkanı olmasının yolu, Apo onay verdiği takdirde açılmış olacak.

Öncelik bu...

Yeter ki Apo ve Kürt seçmenler kafakola alınsın, sonrası adım adım gelecek! Belki bölünmeye doğru gideceğiz.

Ötesi zaten önemli değil!

Yani bunlar Apo’nun huzuruna babalarının hayrına çıkmayacak!

Bu efendilerin Apo gezisi hayırlara vesile olacak inşallah! Teröristle pazarlık masasına oturduklarında kendisine benim de selamlarımı ve saygılarımı iletsinler lütfen, tamamı mı!

İki suskun adam

Sevgili okurlarım mutlaka dikkatinizi çekmiştir. Memleketimiz bir sürü rezaletin göbeğinde kıvranıp dururken, konuşması gereken iki adam var ki ağızlarını bıçak açmıyor.

İlki Kemal Kılıçdaroğlu...

İktidar kesimi elindeki yargı sopasını ve bütün devlet güçlerini kullanarak CHP’nin tepesine binmiş durumda.

Ana muhalefet partisinin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu ile birlikte onlarca belediye başkanı da tutuklu. İktidar haykırıyor:

“Biz iş başında olduğumuz sürece size hayat hakkı tanımayacağız.”

Hukuk çiğneniyor, adalet ayaklar altında eziliyor. Bu durumda özellikle kimin tepki göstermesini beklersiniz?

Herhalde bu partinin tam 13 yıl boyunca Genel Başkanlığını yapmış olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun!

Kemal Bey ise suskun.

Duvardan ses geliyor ondan gelmiyor.

Neyi beklediği, nelerin hesabını yaptığı bilinmiyor ama anlaşıldığı kadarıyla bu tuhaf suskunluğu sürüp gidecek.

Ayıp oluyor.

İkinci suskun adam ise Recep Tayyip...

Türkiye Apo olayı ile çalkalanırken bu beyefendi resmen sustu. Başka konularda yine konuşuyor, önceden hazırlanıp eline verilen yazılı metinleri okuyor ama iş Apo’ya geldiğinde tık yok... Çünkü bu konuyu Bahçeli’ye ihale etti, “Bu konu çok kritik. Beni bulaştırma, sen yönet” diye talimat verdi.

Her şeyi bilen, her konudan anlayan koskoca Recep Tayyip’e, bu durum doğrusunu isterseniz hiç yakışmıyor.

Bırakın suskunluğunu bir yana, ben onun yerinde olsam bu gibi konularda Devlet Bahçeli’yi konuşturacağıma her gün kendim konuşur, “dünya lideri” olarak ağırlığımı bire bir koyar ve Apo dahil yedi cihanı bir kez daha titretirdim.

İki suskun adam... Konuşsalar da dinlesek!