Ankara, yıl 1933 - Çankaya Köşkü... Başkentin kuru soğuğunda bir sabah... Makbule Hanım, ağabeyi Mustafa Kemal’in karşısında oturuyor, yüzünde tereddüt, sesi titreyerek konuşuyordu;
-Ağabey, bana bir maaş bağlatsan...
Mustafa Kemal, masasının üzerindeki evraklardan başını kaldırdı. Derin bir nefes aldı, gözleri karşısındaki kadına sert ama adil bir ışıkla baktı.
-Sevgili Hemşirem, ben bu devleti birilerinin akrabalarına maaş bağlamak için kurmadım.
★★★
Bu hayali diyaloğu ben kurdum ama gerçek olan şu ki; Atatürk, “Hemşirem” diye hitap ettiği kız kardeşi Makbule Hanım’a hiçbir zaman devlet maaşı bağlatmadı.
Onun yerine, İş Bankası’ndaki şahsi hesabından her ay 200 lira harçlık gönderdi.
Makbule Hanım’a ancak 1938’de Atatürk’ün ölümü sonrası vasiyetle maaş bağlandı. Atatürk’ün öz kardeşi bile torpilin yanından geçemedi.
★★★
Hâkim ve savcıların kura töreninde, AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in yeğeni için Cumhurbaşkanı’na “Benim yeğenim hiç olmazsa size bir selam versin. Kurada da adını görürüz” diyerek mikrofon uzatışı… ve salondaki diğer genç adayların yüzlerinde asılı kalan tebessüm ve içlerinden geçen cümleler...…
Bu sahne, aslında iktidar çürümesinin özeti gibiydi. Oysa tarihte öyle yöneticiler vardı ki, bırakın yeğenini kayırmayı, kendi evladını bile adaletin terazisinde tartmıştı.
★★★
Antik Yunan’da, filozof Diogenes (M.Ö. 336 - 323), Atina’nın sokaklarında bir fıçının içinde yaşayan, paraya ve güce sırt çeviren bir adamdı.
Bir gün, Makedonya Kralı Büyük İskender kendisini görmek istedi. Diogenes, yanına gelen İskender’in adamlarına alaycı bir gülümsemeyle:
-Eğer kral gerçekten adil biriyse, beni huzuruna çağırmak yerine kendisi buraya gelmeli!
Büyük İskender gerçekten de Diogenes’in yanına gitti ve ona “Benden bir şey dile, ne istersen vereyim” dedi.
Diogenes’in cevabı tarihe geçti:
-Gölge etme, başka ihsan istemem!
O gün, Diogenes’e hiçbir makam verilmedi. Çünkü o, güç sahiplerinin “torpil” dediği kirli bağları baştan reddetmişti.
★★★
Bir gün Kanuni Sultan Süleyman, devlet adına bir araziye el koymak ister. Ancak arazi sahibi, Padişah’ın burayı usulsüz şekilde aldığını iddia ederek mahkemeye başvurur.
Dava, devrin ünlü şeyhülislamına gider. Mahkeme yapılır. Kadı, tarafları huzuruna çağırır. Karşısında Osmanlı tahtında oturan Kanuni Sultan Süleyman vardır. Ama mahkeme önünde herkes eşittir.
Kadı, padişaha rağmen adaletin üstün olduğunu göstermek için araziyi eski sahibine geri verir.
Kanuni, mahkemede bu kararı duyunca hafifçe gülümseyerek kadıya şöyle der:
-Eğer araziyi bana verseydin, kelleni uçururdum!
Kanuni Sultan Süleyman’ın adalete ve liyakata verdiği öneme dair bir kıssa daha vardır. Rivayete göre Kanuni, devlet meselelerinde kendisine sitem eden oğluna şu mektubu yazar; “Oğlum, ben bu devletin sahibi değilim, emanetçisiyim. Eğer sana ayrıcalık tanırsam, Allah’ın huzurunda nasıl hesap veririm?”
★★★
Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın kahramanı, ABD’nin ilk başkanı George Washington, pek çok kişi tarafından akrabalarına yüksek mevkiler vermesi için baskı altına alınmıştı.
Bir gün, eski bir dostu mektup yazdı:
-Sayın Başkan, kuzeniniz Thomas Washington için bir kamu görevini uygun görürseniz, ailecek minnettar kalırız.
Washington, tek bir cümleyle yanıt verdi:
- Amerikan halkı bana ailemi kayırmam için değil, herkese eşit davranmam için yetki verdi.
Ve gerçekten de başkanlığı boyunca ne kardeşini ne yeğenini ne de herhangi bir akrabasını devlet işlerine dahil etti. Ona göre liyakat, kan bağının önündeydi.
★★★
Adalet terazisi torpilden ağır basmazsa, ne Washington’ın ilkeleri, ne Kanuni’nin sertliği, ne Diogenes’in cesareti, ne de Atatürk’ün devlet adamlığı bir anlam ifade eder.