Nazan DOĞANER HALICI 11 yıllık New York serüvenlerini radikal bir kararla sonlandıran çift, “Bu süreçte Hollywood’un ve Amerikan televizyonlarının Türkiye de dahil tüm dünya kültürlerini yok ettiğini gördük. Kültür savaşında ayakta kalabilmek için memlekete dönüp kendi kültürümüze güç verecek bir çaba içinde olmaya karar verdik” diyor…
emir-gamsiz-ege-maltepe-1 Ege Maltepe - Emir Gamsız
Başta Woody Allen ve Al Pacino olmak üzere birçok ünlü yıldızın film çektiği, Uma Thurman’ın müdavimi olduğu New York’un en ünlü kafelerinden Caffe Vivaldi’de 3 yıl boyunca konser serisini sürdüren piyanist Emir Gamsız ile tiyatro sanatçısı eşi Ege Maltepe, artık Türkiye’de… Ege Maltepe, Amerikan sinema ve tiyatro tarihinde farklı kuşakların oyunculuk anlayışını şekillendiren Spolin Doğaçlama Tekniği üzerine eğitimler verirken; Emir Gamsız da İstanbul Ulus’taki Bach Cafe’de gerçekleştireceği Chatty Pianist (Geveze Piyanist) konserleriyle müzikseverleri; klasik müziğin ilginç detayları ve bestecilerin bilinmeyen dünyalarıyla buluşturacak…Bu arada senaryo, oyun ve film projelerine de devam edecek olan çiftle, bakın neler konuştuk… Öncelikle bize kendinizi nasıl tanıtır mısınız? Ege Maltepe: 14 yaşında Ortaoyuncular Tiyatrosu’nun Nöbetçi Tiyatro okuluna seçildim. 2006 yılında Bilkent Üniversitesi Oyunculuk Bölümü’nden mezun oldum. Tam da o dönemde Emir’le tanıştım. Kendisi Paris’teydi, ben de yurt dışına gitmek istiyordum. Burslar aradım ve Fulbright bursu ile birlikte Amerika’ya gittik. New Actors Workshop’tan kabul aldım. Bu okulda Oscar’lı yönetmen Mike Nichols ve Gene Hackman’ın oyunculuk hocası George Morrison’la çalıştım ve doğaçlamadan yola çıkarak kendinizi ve yaratıcılığınızı keşfettiğiniz, iletişim kanallarını açan dahiyane bir metod olan Spolin metodunu öğrendim. Mezun olur olmaz bu metodu Türkiye’ye getirmek üzere Spolin-Ist’i kurdum. Eğitimin ismi Oyun Okulu. Bu okulu bitirenler bu işin eğitmeni de olabiliyor, bu işi oyuncu, yönetmen olarak da sürdürebiliyor… Ekim ayında çok heyecanlı iki grupla çalışmalara başladık. Şubat ayında tekrar 1. Kur eğitimi açılacak. BASKETBOLCUYDU, PİYANİST OLDU… Emir Gamsız: 20’li yaşlara kadar basketbolcuydum. Uzun bir sakatlık döneminde piyanistliğe geçiş yaptım. Konservatuvardan sonra müzisyen olmamda Devlet Sanatçısı Hüseyin Sermet’in rolü çok büyük. Tam tabiriyle usta-çırak ilişkisi içinde çalıştık. Daha sonra New York’ta Pulitzer ödüllü besteci David Del Tredici’nin desteğiyle besteciliğe geçiş yaptım. Şimdi de filmler yapıp yönetiyorum. Herhalde 80’imde de doktor olurum. GEVEZE PİYANİST ARTIK İSTANBUL’DA Sizi Geveze Piyanist olarak tanıyoruz. Bildiğimiz piyanistlerden değil geveze piyanist… Bize biraz bu konsepti anlatır mısınız? Yüzlerce sayfadan oluşan bir ekran hazırlanıyor, muhabbet ben çalarken yazı ve görsellerle devam ediyor. Seyirci çay, kahve eşliğinde beni dinlerken, klasik müzikle ilgili atıp tutacak kadar bilgi sahibi oluyor. Konserlerim Bach Cafe'de başladı, Her cumartesi akşamı devam edecek. Ancak 20 kişiyle sınırlı olacak... Malum küçük bir cafe ortamı, fakat alışılageldik manada bir cafe değil bu, sadece etkinlik olduğunda açık. Haziran’a kadar 5-6 değişik program olacak… Çaylar ve kahveler müesseseden… Neden kafe? Emir Gamsız: Bir şey sadece büyük bir organizasyonsa kıymetli oluyor artık… Oysa ben insanlarla birebir ilişki kurmak istiyorum. Benim için küçücük bir kafe daha kıymetli... Dikkat ederseniz tarihteki birçok büyük sanat akımı küçücük yerlerde ortaya çıkmıştır. Büyüklük kompleksinden kurtulmamız lazım. Peki ABD'de başarılı bir grafik çizerken, neden Türkiye'ye dönmeye karar verdiniz? EMİR GAMSIZ: Amerikan televizyonu ve Hollywood bütün dünya kültürlerini bastırmış durumda ve yok etmek üzere… Her şey Hollywood yıldızı olmaktan ibaret… Bu ABD'nin kendisi için de sakıncalı. Çünkü Amerikan toplumu da bunun dışında hiçbir şeyle uğraşmıyor. Yani genel olarak… Tabii ki bir sürü dünya meselesiyle ilgilenen insan da var. Bu yüzden de batı hayranlığı dönüş sebeplerimizden biri… Daha da önemlisi beyinlere tecavüz operasyonu var… Bunu bir kere fark edince tepki veriyor, karşı koyuyor insan. Bunu yaşayıp öğreniyorsunuz. Public Relations (PR) kelimesinin isim babası Edward Bernays’in bunları yapmak için ürettiği taktikleri öğrendiğiniz zaman fark etmek kolaylaşıyor. Bernays, Freud’un yeğeni... Amcasının psikanaliz tekniklerini Amerikan toplumunu manipüle etmek için kullanmış ve daha sonra Amerikan hükümeti tarafından da kullanılmış. 1954’te Guatemala’daki iç savaşı çıkarmasından tutun da bin türlü şeytanice iş yapmış. Bernays’in PR terminolojisini üretme sebebi de propaganda kelimesinin olumsuz manada kullanılması, çok sert ve politik bulunması… Ben propaganda yapmaya devam edeceğim ama buna daha tatlı bir başlık bulacağım diyerekten, PR (Public Relations) terminolojisini üretmiş. Geçmişte Hitler’in, bugün de Trump’ın nasıl Bernays taktiklerini kullanarak seçimi kazandığını görüyoruz. "BATI HAYRANLIĞINDAN KURTULMALIYIZ" Özetle eğer bu batı tecavüzünden kurtulamazsak Türk kültürünün gittiği noktalar hiç iyi değil. Tabii ne bizim ne de dünyanın geri kalanı için… Bugün Bach, Mozart, Beethoven ne Almanlar ne de Avusturyalı… Onlar dünya kültürüne aitler. Aşık Veysel’i, Nazım Hikmet’i sadece Türk kültürüne ait diyemeyiz, onlar da dünyaya aitler. Bizim ozanlarımız atışırlardı, neden ozan atışmasını ileri boyutlara taşımıyoruz da çocuklar sadece hip-hop’ı seviyor? Neden bu çifte standart? Bu soruları sormak gerekiyor, bunun için de kültür adamları lazım. Kültürel zenginliklerimize sahip çıkmamız lazım. Bence şu an Türkiye için en önemli şey doğru soruları sormak. Çok fazla fikir beyan ediyoruz ama doğru soruları soramıyoruz. Doğru soruları sorduğumuz sürece yerleşik yanlışları düzeltme fırsatımız olur. Son olarak İstanbul New York'tan, Türkiye de ABD'den çok daha kıymetli bir yer, dünyanın bunu fark etmesini sağlayamıyorsak yuh olsun hepimize… Biraz da diğer projelerinizden bahseder misiniz? Ege Maltepe: Emir’le beraber yaptığımız oyunlar var. Klasik müzik bestecilerinin üzerine… Bunlardan biri olan Schubert ile Konuşurken’i Ocak 2019’a hazırlıyoruz. Schubert’i bugüne getirip, onun dönemiyle bugünümüzü kıyasladığımız biraz entelektüel biraz da muzip bir oyun ve pek tabii Schubert’in o insana umut veren müziği ile örülü. Tiyatro ve müzik iç içe… Projelerimizde müzikle oyunu evlendiriyoruz diyebiliriz.