28 Şubat hükümlüsü eski Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan’ın eşi Nilgül Doğan, SÖZCÜ'ye konuştu
28 Şubat’ın darbe olmadığının ispat edildiğini, Balyoz davasının bizzat AKP tarafından ‘kumpas’ olarak nitelendirildiğini hatırlatan Doğan “Darbeye maruz kaldığı iddia edilen Erbakan bile ‘Dabe değildi’ dedi. Buna rağmen kumpas davaları devam ettiriliyor” dedi
Balyoz ve Ergenekon davaları senelerce sürdü, yüzlerce asker, gazeteci, sivil toplum kuruluşu yöneticisi, üyesi tutuklanıp cezaevine kondu, Türk Silahlı Kuvvetlerinden birçok Atatürkçü, Cumhuriyetçi asker o süreçte ordudan tasfiye edildi. Sonra bir gün “A pardon, bunlar FETÖ kumpasıymış” dendi ve tutukluların çoğu tahliye edildi ama bir kısmının yargılanmasına –her nedense- devam edildi. 28 Şubat Davası’nda ise ortada bir darbe olmamasına, dönemin hükümetinin MGK bildirisinden sonra 4 ay daha göreve devam etmesine, bunun dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan ve birçok tanık tarafından açıklanmasına rağmen aynen Balyoz-Ergenekon’da olduğu gibi sahte CD’ler ve gerçek dışı ifade veren bazı tanıklarla dava devam ettirildi. 28 Şubat’ta neler olduğunu, devleti yönetenlerin Gülen dahil cemaatlerle yaptıkları toplantıları, irticai faaliyetlerin nasıl hızla yükseldiğini, dönemin Başbakanı Erbakan’ın “söylenen yalanların aksine” Tansu Çiller’le yaptıkları protokol gereği 28 Şubat’tan 4 ay sonra istifa ettiğini ve bunu bir basın toplantısıyla açıkladığını anlamak için en azından; TSK Başarı Madalyası almış, Genelkurmay’da ve NATO’da önemli görevler yapmış Emekli Albay Alican Türk’ün bütün yaşananları anlattığı “28 Şubat-Bitmeyen Sömürü” kitabını, o dönemde Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’in her an yanında olan Danışmanı Mehmet Bican’ın “28 Şubat’tan Bugüne Bakmak”, “28 Şubat’ta Devrilmek”, “Adım Adım İrtica”, Barış Terkoğlu ve Sami Menteş’in yazdıkları “Size Yalan Söylediler” kitaplarını okumak lazım. Ağır suçluların serbest bırakıldığı günlerde, yıllarca PKK ile mücadele etmiş 5 generalin ve tutuklanmayı gerektirecek suçlar işlememiş gazetecilerin hala ısrarla hapiste tutulması nasıl açıklanabilir? Bu dev hukuk çelişkisini açıklayacak olan varsa dinlemek milletin de hakkıdır, o mahkumların da. Bugün, hala Balyoz denerek, 28 Şubat denerek tutukluluğu devam ettirilen eski Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan’ın “Yaşadıklarımıza taş olsa zor dayanırdı, çok şükür aklımızı kaçırmadık” diyen eşi Sayın Nilgül Doğan ile konuştum.
Nilgül Hanım merhaba. Çıkarılacak olan ve “denetimli serbestliktir” denilen af ile en ağır suçluların serbest kalacağı, ayrıca Sivas katliamının bir sanığının daha cezasının hastalık nedeniyle Cumhurbaşkanı tarafından affedildiği haber oldu. Sayın Çetin Doğan ve diğer 4 generalin cezaları ise affa uğramadı. Bu haberleri okuyunca siz ne hissediyorsunuz, avukatlar bunu dile getirmiyor mu?
Biz “yasal yollardan bunun sebebini nasıl araştırırız” arayışına girdik. Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurulara “hak ihlali olmadığı” gerekçe gösterildi, zaten ondan sonra cezalar kesinleşmiş oldu ve son olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidildi. Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararı yeni verildi, o kadar enteresan ki AYM’nin gerekçeli kararlarında Balyoz Davası’nın iddianamesinden alıntılar var. Yani “kes, kopyala, yapıştır” yapmışlar.
Önce Balyoz Davası’ndan kaç yıl yattılar?
Çetin 4,5 sene yattı. Sonra “kandırıldık” dendi ve aradan bir süre geçtikten sonra 7 kişi için temyize gidildi. Anadolu Mahkemesi’nde Adalet Sarayı’ndan bir Cumhuriyet Savcısı olayı temyize götürdü ve “Bunlar suç için aralarında anlaştılar” gerekçesiyle beraat kararını durdurdu.
BALYOZ’UN “FETÖ KUMPASI” OLDUĞUNU CUMHURBAŞKANI DA SÖYLEDİ AMA DAVA SÜRÜYOR!
Çok tuhaf değil mi, “Balyoz FETÖ kumpasıdır” dediler, nasıl hala devam ediyor?
Kumpastır dediler, Cumhurbaşkanı da söyledi, daha sonra beraatlar oldu, herkes beraat etti, birçok arkadaşımız “cezaevinde kaldığımız yılların hakkını nasıl ararız” arayışına girdi, bazı tazminat davaları açıldı. Beraat kararının üstünden çok geçmeden bir Cumhuriyet Savcısı ki davanın savcısı da değil, 7 kişi için olayı temyize götürdü ve beraat kararını kaldırarak yeniden yargılanma açtılar.
Avukatlar “Nasıl olur, Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘şahsım başta olmak üzere tüm ülke aldatıldı, önümüze konan sahte ve çarpıtılmış belgelere inandık’ dedi” sorusunu sormadılar mı?
Deseler de bir şey fark etmiyor, hala o dava sürüyor biliyor musunuz? 7 kişi hala Balyoz’dan beraat etmedi. İkinci enteresan olay, 28 Şubat Davası Yargıtay’dan sonra Anayasa Mahkemesi’ne gitti ve artık dedik ki “Anayasa Mahkemesi mutlaka yeniden yargılanma kararı alacaktır, onca sahte deliller gösterildi, bunları dikkate alarak karar verecektir” derken Yargıtay’ın kararlarını onadı ve ömür boyu hapis kararları kesinleşti. Balyoz’dan da “Bu 7 kişi suç için anlaşmıştır” dendi.
Yani her iki suçtan hapisteler şu anda.
Balyoz’dan şu anda yargılanma aşamasındalar, henüz onun kararı verilmedi. Cezaevinde Balyoz’dan kimse kalmadı ama bu 7 kişi tekrar cezaevine girsin diye onlara böyle bir suç çıkarıldı ve 7 kişi yeniden yargılanıyor.
Hukukçuların “hukuk garabeti” deyiminin ta kendisi değil mi bu?
O kadar enteresan ki, bu 7 kişi hiçbir şekilde ne telefonla konuşmuşlar, ne yazışmaları var, ne bir araya gelip toplantı yapmışlar, herhalde kaşlarıyla gözleriyle anlaştılar, nasıl oluyor bu iş o da belli değil, böyle saçma bir dava şu anda sürüyor maalesef, 7 kişi hala beraat etmedi.
O zaman “Balyoz kumpas mıydı, değil miydi” sorusunu kim açıklayacak?
Tabii, Cumhurbaşkanı “Bizi yanılttılar, Allah bizi affetsin” dedi, ondan sonra bir savcı çıkıp davayı devam ettirdi. Ben diyorum ki “O söz ettikleri Fetullahçı yapılanma hala tamamen temizlenmiş değil, bu davayı temyize götürenin durumunu bilmiyorum ama şüpheler o tarafa doğru götürüyor.
İyi ama öyle bile olsa FETÖ’cü olmayanlar “Bu dava kapandı kardeşim” demez mi?
Kim diyebilir?
RASTGELE 7 KİŞİ SEÇİP “ANLAŞTILAR” DİYEREK YENİDEN YARGILANMAYA ALDILAR!
Cumhurbaşkanı’nın kendisi bile diyebilir.
Diyebilir ama demeyince ne yapacaksınız? Kendinize yeniden savunma hazırlayacaksınız. Yani diyorum ya; bu gibi olaylar nedeniyle hukuka olan güven tamamıyla yıkıldı. “Suç için bu 7 kişi anlaşmış” dediği insanlar 1’inci Ordu Karargahı’nda olan, çok yakınında olan üst düzey subaylar, generaller değil, Trakya’dan bir albay, bu taraftan bir korgeneral, biri de vefat etti, böyle rastgele 7 kişi seçip “anlaştılar” diye bir gerekçeyle Balyoz’dan yeniden yargılanmaya aldılar ve ortada hiçbir şey yok. Onlar bir iftira atacaklar, siz suçsuz olduğunuzu ispat etmeye çalışacaksınız.
HAYRETTİN GÜL 33 AYDININ ÖLDÜRÜLMESİNDEN SORUMLU VE SERBEST
Madımak failleri için ortada cinayet olayı var ve 22’si firarda, 2’si ise affedildi. Özellikle bu olaylar dikkatleri daha çok “yaş haddi de bulunan” ve her iki davada suç işledikleri fazlasıyla tartışmalı olan generallere çekti.
Ben haberi gördüğümde dehşete kapıldım, Madımak davasında en son tahliye alan Hayrettin Gül 78 yaşında ve onun adli tıp raporuyla başvurusu Haziran ayında yapılmış. Bizimkilerin başvurusu Nisan ayında. Hem çok daha önce başvurmuşlar, hem de mesela benim eşim 83 yaşında, Hayrettin Gül 78 yaşında. Yani şuna çıldırmamak elde değil; Hayrettin Gül 33 aydının öldürülmesinden sorumlu olarak yargılanmış ve önce idam, sonra müebbet cezası almış, Çetin “Mevcut hükümeti cebren, yani kuvvet kullanarak yıkmak” suçuyla müebbet almış, düşünebiliyor musunuz? Erbakan hükümetini yıkmak suçuyla yargılandılar.
28 ŞUBAT DARBEYDİ DİYENLERİ ERBAKAN YALANLIYOR!
Peki, avukatları dönemin Başbakanı Erbakan’ın 28 Şubat’tan 4 ay sonra 18 Haziran’da basın toplantısı yaparak “DYP ile yaptığımız koalisyon protokolü uyarınca, başbakanlığın DYP’ye geçmesi için Sayın Demirel’e istifamı sundum” dediğini, o toplantıdaki konuşmasını mahkemeye hatırlatmadılar mı?
Hatırlatmazlar mı? Bu dava 2012 yılında açıldığından bu yana yapılan bütün savunmalar bunun üzerine. Çünkü, siz herhangi bir şekilde böyle post modern darbe yapıp da hükümeti yıkıyorsunuz ve nasıl bir darbeyse ondan sonra hükümet devam ediyor. O arada Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller yurt dışı gezilerine gidip geliyor, Batılı liderlere “Türkiye’de parlamenter rejimin tüm kural ve kurumlarıyla sürdüğünü” anlatıyor. Açık şekilde “bir darbe veya muhtıranın söz konusu olmadığını” söylüyor.
BATI ÇALIŞMA GRUBU’NUN GÖREVİ VE FAALİYETLERİ ANLATILDI AMA MAHKEME DİNLEMEDİ BİLE!
Özellikle iktidar yanlısı medyada Batı Çalışma Grubu üzerinde duruldu, bu grubun faaliyetleri de yeterince anlatıldı mı?
Elbette anlatıldı, Batı Çalışma Grubu 28 Şubat’tan 2 ay sonra Genelkurmay Başkanlığı tarafından “Ülkedeki irticai faaliyetleri ilgililere duyurmak” göreviyle kurulmuş ve kanunlara aykırı hiçbir faaliyeti olmamış, hiçbir kişiye veya kuruma baskısı söz konusu değil. Bunları mahkemeye anlattılar ama mahkeme heyetinde Fetullahçılar olduğu için dinlemediler bile. O mahkemenin iddianameyi hazırlayan savcısı Mustafa Bilgili şu sırada 17 sene hapis cezasıyla cezaevinde. Çiller’den iddianameye destek alabilmek için makamına çağırıyor, Çiller “Yok böyle bir şey, benim bu iddialarla ilgim yok” derken Mustafa Bilgili’nin yanından çıktıktan sonra “Meğer bütün yapılanlar beni devirmek içinmiş” diyor.
28 ŞUBAT DAVASI DA AYNEN BALYOZ GİBİ, KUMPAS BİR DAVA!
Ama Çiller devrilmemiş ki, Başbakan Yardımcısı olarak devam etmiş. Daha sonra “28 Şubat bana karşı darbeydi” dedi ki o dönemdeki açıklamalarına tümüyle zıt.
Bunun nasıl olduğuna kimse akıl erdiremiyor. Diyorum ya, bir şekilde birileri tarafından ikna ediliyor herhalde. Kimse bu çelişkileri hatırlatmıyor ve çok enteresan bir mahkeme süreci geçirdik, ben aşağı yukarı bütün duruşmalara katıldım, orada Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Meral Akşener, Hasan Ekinci, Mehmet Bican, herkes dinlendi. Lehimize açıklama yapanların beyanlarının çoğunu ya kayda geçirmediler, ya istedikleri gibi yazdılar. Yani bu 28 Şubat Davası da aynı Balyoz davası gibi tamamen kumpas bir dava, mahkeme hakimleri de o sırada 3 kere değişti.
BU DAVANIN ESAS KONUSU ADİL YARGILANMAMALARI!
Hiç unutmuyorum; eski 3’üncü Ordu Komutanı Teoman Koman Paşa çok hastaydı, ayrı koğuşta kalan bir korgeneral bakıyordu ona, duruşma sırasında sandalyesinden düştü, yerde upuzun yatıyor, “öldü mü acaba” dedik. Mahkeme heyeti “bu fenalık geçirmesi mahkum olmasına engel midir, değil midir” diye ara verdi, yarım saate yakın “Acaba hastaneye göndersek mi, burada mı tedavi edilse” diye adamı orada bıraktılar ve içeriye girdiler. Bunu hiç unutmuyorum, hiç affetmiyorum. Daha sonra geldiler sedyeyle adamcağızı götürdüler ama hastaneye götürülme konusunda yarım saate yakın sedyede beklettiler, sonra kararı aldılar ve 3 gün sonra da vefat etti. Yani o kadar acımasızca bir yargılamaydı ki. Ben şu anda eşlerimizin sadece yaştan dolayı dışarı çıkmalarını değil, aklanarak çıkmalarını arzu ederdim, çünkü bu kadar haksız ve hukuksuz bir davanın esas ana konusu adil yargılanmamaları.
MESUT YILMAZ’LA TESETTÜRLÜ KADIN AVUKAT ARASINDA GEÇEN KONUŞMA!
Merhum eski Başbakan Mesut Yılmaz’ı karşı tarafın avukatları tanık olarak çağırdılar mahkemeye, konuşurken arkasında da o sırada tutuklu olan generaller, subaylar oturuyor. Tesettürlü bir avukat hanım kalktı “Efendim, siz bilmiyorsunuz biz ne kadar büyük mağduriyete uğradık, çok mağdur olduk” dedi. Mesut Bey de “Affedersiniz kaç sene hapiste yattınız” diye sordu, “Hiç yatmadım” dedi. Mesut Yılmaz “O zaman hanımefendi mağdur olan arkamdaki generaller. Çünkü sizin tesettürden dolayı mağduriyetiniz 28 Şubat dönemindeki askerlerle ilgili değil, tesettür olayının ortaya çıkması çok daha önce olmuştur, konunun 28 Şubat paşalarıyla ilgisi yoktur” dedi, ondan sonra o hanım sustu.
DÖNEMİN ADALET BAKANI KAZAN “ERBAKAN BASKI GÖRDÜ DERSEM ALLAH BENİ ÇARPAR” DEDİ!
Sonra tanık olarak o dönemin Adalet Bakanı ve aynı zamanda Necmettin Erbakan’ın en yakın mesai arkadaşı olan Şevket Kazan’ı çağırdılar. Ona “Erbakan istifa etmek için ordudan herhangi bir baskı gördü mü, partiniz gördü mü” diye sordular, “Hayır, biz zaten Meclis’te çoğunluğu kaybetmiştik, o nedenle istifalar oldu” dedi ve aynen şu ifadeyi kullandı “Baskı gördü dersem yukarda Allah var beni çarpar” dedi. Şevket Kazan salondan çıktıktan sonra müdahil avukatlarından biri “Efendim, Sayın Kazan maalesef akli yeteneğini kaybetmiştir, ifadelerinin kayda geçirilmemesini talep ediyorum” dedi. Salonda bir uğultu oldu, herkes “hem kendileri ifadesine başvurmak için çağırıyorlar, hem de ifadelerini geçerli kılmayın diyorlar, bu nasıl şey” dedi.
AŞIRI SICAK KALP HASTALARINA ZARAR VERİYOR, “İKİNCİ BİR VANTİLATÖR ALALIM” DEDİM, İZİN VERMEDİLER!
Şimdi Buca’ya yakın bir yerde mi yaşıyorsunuz?
PKK ile ilgili senelerce mücadelesi neticesinde Çetin devlet koruması altındaydı ve İzmir’de korumalı bir lojmanda oturuyorduk. Bu davalar hükme bağlanınca rütbeleri akıllarınca geri aldılar ama tabii bu rütbe dediğiniz şey sonuçta ne olursa olsun soyut bir kavramdır, kalkıp da omuzlarından sökmeleri söz konusu değil ama aldılar ve eşlerimiz er rütbesine indi. Öyle olunca üstlerindeki koruma da kalktı ve lojmandan çıkmak durumunda kaldık. Eşlerimiz cezaevindeyken lojmanları boşalttık ve ben Bodrum’da yazlık evime taşındım. Muğla’da bir cezaevi olmasına rağmen Çetin de “yüksek korumalı” diye Buca Cezaevine verildi, ben her hafta 3-3,5 saatlik bir yolculukla Buca’ya gidiyorum ve o kadar zamanda da dönüyorum ziyaretine. Ama sanıyorum maliyeti düşük olsun diye cezaevlerinin duvarları ince yapılmış, kışın çok soğuk, yazın da çok sıcak oluyor. Cezaevi idaresine “kantinde satılan vantilatör yeterli değil, ayaklı bir vantilatör alalım ben parasını ödeyeyim, ya da alıp getireyim” dedim, “yasalara aykırı” dediler. “Kantinden ikincisini alalım” dediler ama küçücük bir plastik masa düşünün, üstünde yemek yiyor, yazı yazıyor, ikinci vantilatörü nereye koyacak? Zaten vantilatör odanın sıcaklığını düşürmüyor, 31-32 derecelerdeydi odası. Tabii ki kalp hastalarına zarar veriyor, kışın da son derece soğuk oluyor, kalbe hem sıcak, hem soğuk zararlı. Yere soğuk su serperek biraz serinletmeye çalışıyormuş.
ÖCALAN’A HER İMKAN SAĞLANIRKEN GENERALLER HÜCREDEN HAFTADA BİR ÇIKIYOR!
Dışarda gölgelik bir yer yok muymuş, hava almaya çıkmıyorlar mı?
Koridorlara çıkmaları bile riskli, şöyle anlatayım. Çetin, Genelkurmay’da Harekat Başkanı’yken 2 sene fiilen PKK’yla mücadele planlarını filan yapmıştı, korgeneralliğinin ikinci senesinde Diyarbakır’a tayin oldu. Daha sonra karargahı Van’a taşıdı, 2 sene orada hep sınır ötesi harekatlardaydı. Eve ayda bir uğruyordu ve 1999 yılında Çetin ve silah arkadaşları terörü sıfıra indirdiler. Bir şehit verildi diye Çetin eve “Ne yapacağım, ailesine nasıl söyleyeceğim” diye ağlayarak gelmişti. O görevden ayrıldıktan sonra aynı kararlılıkla mücadele yapılmadığı için şehit vermeye devam ediyoruz, o kadar üzülüyor ki inanın kendisine yapılanlar kadar verilen şehitlere üzülüyor. Cezaevinde hücresinin bulunduğu koridorda genelde Hizbullahçı, Fetullahçı ve PKK’lılar yattığı için Çetin hücresinde tek başına kalıyor ve dışarıya haftada bir telefon görüşmesi için bile çıkarken koridorda bayağı güvenlik önlemleri alıyorlar.
Anlamadım, hava almaya bile çıkmadan mı yaşıyorlar, inanamıyorum. Katillerin bile şartları daha iyidir. PKK lideri Öcalan’a otel odası imkanları verildi, kütüphane, spor, eksiği yok herhalde.
Tabii ama maalesef bizimkilere öyle bir şey yok, haftada bir gün dışarda dolaşma izinleri var. Onun dışında her günleri hücrede geçiyor.
CUMHURBAŞKANI’NIN HASTALIK, YAŞLILIK NEDENİYLE HÜKÜMLÜNÜN CEZASINI KALDRMA YETKİSİ VAR!
Çıkarılacak olan af yasası ile “denetimli serbestlik” kapsamı genişletiliyor. 70-80 bin mahkum bırakılacak ve bunlar arasında cinayet, cinsel saldırı, çocuklara cinsel istismar, uyuşturucu kaçakçılığı gibi en ağır suçlar var. Bu denetimli serbestlik katillere uygulanıyor da niçin emekli generallere uygulanmıyor acaba?
Ben bu konuyu bir cumhuriyet savcısına da sordum, çünkü bu yasa tasarısı hazırlanırken “Eğer bir suç devlete karşı işlenmişse devletin bunu af yetkisi olabilir, şahıslara karşı işlenmişse devlet af edemez” demişlerdi ama uygulama tamamen başka bir yere geldi, bütün suçlular sıraya girdi. Bizim şu sırada o kapsamda durumumuz yok, bizimkilerin dışarı çıkma koşulları tamamen hastalık, sakatlık ve yaşlılık nedeniyle ve Ocak ayında yayımlanan Adalet Bakanlığı’nın genelgesi gereğince. Yani cumhurbaşkanının sayılan nedenlerle “hükümlünün cezasını kaldırma” görevi var, bunu kullanacak.
DOSYALARIMIZ CUMHURBAŞKANI’NIN MASASINA GİTMEDİYSE LÜTFEN ONLARI İSTESİN!
Ama kaldırmıyor gördüğümüz kadarıyla.
Masasında bekliyor. Eğer dosyalarımız Cumhurbaşkanı’nın masasına gitmediyse lütfen Cumhurbaşkanı bu dosyaları istesin. Ya da masasındaysa eğer, işi çoksa, meşguliyeti çoksa 15-20 dakika geç yatsın ve bizim dosyalarımızı imzalasın artık. Çünkü gerçekten hepimiz, diğer 4 generalin eşinin de aynı duygulara sahip olduğunu zannediyorum. Çünkü avukatlardan aldığım bilgilere göre onların da sağlık durumları iyi değil. Hep endişe taşıyoruz, beni bilinmeyen bir numara aradığı zaman elim ayağım titriyor. Emekli Korgeneral Vural Avar Paşa ne kadar kıymetli bir pilottu, orduda çok sevilen biriydi, eşi de havacı albaydır, cezaevinde öldüğü sabah yoklamasında ortaya çıktı. Hastalandığı ve hastaneye götürüldüğü zaman eşi ziyaret etmek istedi, savcı eşini ziyaret etmesine izin vermedi, eşi kapıdan geri döndü ve 2 gün sonra da maalesef yatağında ölü bulundu. Yani bu kadar büyük günahlar işlendi. Affedilecek bir şey değil!
KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN “HELALLEŞME” LAFINI İLK DUYDUĞUMDA BÜYÜK TEPKİ GÖSTERDİM!
Gerçekten öyle, ülkesine hayat boyu hizmet etmiş askerlere, üstelik ortada bir neden olmadığını tarih birinci ağızdan yazmışken bu kadar acımasızlık, insanlık suçu inanılır gibi de değil. Muhalefet partileri yeterince sorguladı mı sizce bu Balyoz ve 28 Şubat olaylarını?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 28 Şubat için helalleşme yaparken nasıl sorgulayacaktı ki? Ben helalleşme lafını ilk duyduğumda büyük tepki gösterdim ve “Kemal Bey kapı kapı dolaşıp herkesten helallik isteyeceğine eşlerimizin yanına gitsin de senelerce CHP’nin 6 okunun ilkeleri doğrultusunda cansiperane görev yapan ve haksız, hukuksuz yere içerde esir tutulan generallerden helallik istesin” dedim. Kemal Kılıçdaroğlu 28 Şubat’ta 28 tesettürlü hanımı makam odasında ağırlayarak onlardan helallik istedi. Oysa tesettür konusu davanın konusu değil, CHP’nin hiç değil, tesettürle kamusal alana girilmemesi için kısıtlamayı CHP mi koydu, yoksa bu kural laik devletlerin korunması için mi vardır? Bunu yapmasına çok üzülmüştüm. Tabii ki CHP’den eşlerimizi ziyaret eden milletvekilleri oldu ama -sebebini bilmiyorum- yeteri kadar duyulmadı. Bizim arkamızda kimse yoktu.
KILIÇDAROĞLU “BEN DE 28 ŞUBAT MAĞDURUYUM” DEDİ!
Partinin lideri helallik istedikten sonra böyle bir konuyu parti olarak kabullenmiş demektir, daha sonra bütün parti ziyarete gitse bu algıyı değiştiremez zaten değil mi?
Tabii ki öyle, oysa ondan şunu duymalıydık; “28 Şubat bir darbe değildir, hükümet cebren bu generaller tarafından düşürülmedi”, gerçek buydu, ve onun da bunu söylemesi gerekirdi oysa bir ara “Ben de 28 Şubat mağduruyum” dedi. Daha sonra avukatlar toplanıp CHP’den randevu istediler ve dediler ki; “28 Şubat’ta Sayın Kılıçdaroğlu askerler tarafından nasıl mağdur edildi anlamak istiyoruz”. Kılıçdaroğlu “Bana o sırada soruşturma açıldı, ben fişlendim” dedi. Oysa Genelkurmay kayıtlarında Kemal Kılıçdaroğlu’nun fişlenmesi konusunda hiçbir kayıt yok. Sonra araştırmalardan çıkıyor ki; İçişleri Bakanlığı MİT’ten gelen bilgiler ışığında Kemal Kılıçdaroğlu’na “Kuruma Alevileri aldığı gerekçesiyle” soruşturma açıyor, “fişleme” dediği o.
ÇETİN DOĞAN OLSA, SİLAH ARKADAŞLARINA HAKSIZLIK YAPILDIĞINI HER ŞART ALTINDA SÖYLERDİ
Yani, generallerle değil tam aksine hükümetle ilgili.
Evet. Bizim avukatlar gittikten sonra Kemal Kılıçdaroğlu ekrana çıktı, dedi ki “Ben 28 Şubat’ta İçişleri Bakanlığı’nın Batı Çalışma Grubu tarafından fişlendim” dedi. İçişleri Bakanlığı’nda Batı Çalışma Grubu mu vardı? Yani, bu kadar çelişkili ifadeler bizi gerçekten çok üzdü, onun dışında barolardan tek bir kelime duymadık, haksız hukuksuz ceza alan Gezi tutuklularını, gazetecileri, milletvekilini sayıyorlar, elbette ki sayacaklar ama aynı hukuksuzlukla içerde tutulan generalleri de saymaları gerekirdi. Hele orduya çok kırgınım, çünkü orduda görev yapan, şu sırada ordunun idari makamlarını işgal eden generallerin hepsi eşlerimizin emrinde çalışmış subaylar. Bizim eşlerimizin Cumhuriyet ilkelerine, Atatürkçülüğe karşı ne kadar hassas ve titiz olduğunu gayet iyi bilirler, tek birinin ağzından onlara haksızlık yapıldığını duymadık. Çetin Doğan olsa ve onun silah arkadaşlarına haksızlık yapılsa her şart altında bunu açıkça söylerdi. Yani, ordudan da vefa görmedik, muhalefet partilerinden de, barolardan da. Bir tek gazeteciler, köşe yazarları gerçeği anlattı.
BARIŞ PEHLİVAN DA HAKSIZ ŞEKİLDE TUTUKLANDI!
Evet ama gazeteciler de hukuksuz yere tutuklanıyor, işte Barış Pehlivan, Merdan Yanardağ örnekleri ortada, onlar da haksızlığa uğruyor.
Barış Pehlivan’ın davasında MİT elemanının adının deklare edilmesi sadece Barış Pehlivan tarafından olmadı ki, daha önceden zaten deklare edilmişti, orada devletin önde gelenlerinin çelengi vardı. Ayrıca MİT mensupları MİT’te çalıştığı sürece isminin açığa vurulması yasaktır, öldükten sonra öyle bir gizlilik koşulu yok ki, öldükten sonra isminin anılmasının mahzuru yoktur, o da haksız, hukuksuz bir şekilde tutuklandı. Ama bu gazetecilerin, tabii ki Cumhuriyet’e, Atatürk ilkelerine, bu vatana gönülden bağlı olan kişilerin ellerini taşın altına koyup gerçekleri yazmaları bizim tek tesellimiz ve moralimiz oldu.
Yine Batı Çalışma Grubu’na dönelim, bununla suçlandılar sizce bu konu iyice açıklandı mı?
Açılan davada Batı Çalışma Grubu adı geçiyor, onu suçluyorlar ama Batı Çalışma Grubu’nun hükümet düşürme gibi bir niyeti olsa hayatınızda hiç böyle bir darbe gördünüz mü? Milli Güvenlik Kurulu tavsiye kararları veriyor ama MGK o kararları yazmadan önce MİT Milli Güvenlik Kurulu’na rapor veriyor, irticai faaliyetler dile getiriliyor, bazı camilerde din görevlilerinin Atatürk ve ordu aleyhine vaazlar verdiği bildiriliyor. Aynı sıralarda Başbakan Erbakan başbakanlık konutunda tarikat ve cemaat liderlerine yemek veriyor, “Geçiş dönemi kanlı mı olacak, kansız mı” konuşmaları yapıyor. Sincan’da RP’li Belediye Başkanı Bekir Yıldız “Kudüs Gecesi” düzenliyor ve o da “Laiklere zorla şeriat enjekte edeceğiz” diyerek tehdit içeren konuşma yapıyor. MİT’ten de raporlar gelince MGK tavsiye kararları aldı, bunlar Bakanlar Kurulu’nda görüşüldü ve kabul edildi, İçişleri Bakanı Meral Akşener’in eliyle vali, kaymakam gibi görevlilere “Bu tavsiye kararlarına uyulması, irticai bulguya rastlanırsa ilgili makamlara bilgi verilmesi” bildirildi. O kararlarda da “Asın, kesin, öldürün, tutuklayın” diye bir şey yok ki cebren bir hükümet devrilsin. Tamamen Fetullahçı Mustafa Bilgili’nin bunları kurgulaması sonucunda, Fetullahçı hakimlerle, savcılarla yürütülen bir dava ve işin acı tarafı şu sırada Mustafa Bilgili içerde, diğer hakim ve savcıların bir kısmı yurt dışına kaçtı, bir kısmı hapiste ve bu dava devam ediyor.
SAHTE OLDUĞU BELLİ CD’LER!
Bu davayı kurgularken iddianameye bir sahte CD koyuyorlar, o kadar komik ki; orduda bu tür gizlilik derecesindeki yazılara mutlaka bir gizlilik numarası konuyor ama o tarihte, 97’lerde, 28 Şubat döneminde henüz bu kural yok, numara verilmiyor, sadece “gizlidir” yazılıyor. Bu davayı kurgulayanların askeri danışmanları olmadığı için -bazı askerlerle işbirliği yaptılar, o ayrı konu- bu bilgiyi atlıyorlar ve o sırada hazırladıkları sahte evraklara “gizlilik derecesi numarası” veriyorlar. Zaten bu başlı başına davayı çökertmeye yeterlidir ama bu CD’ler “gerçektir” diye savcı tarafından onaylanıyor. Daha sonra yapılan toplu itirazlar nedeniyle birkaç yerde CD’ler inceleniyor, en son ODTÜ’den profesör imzasıyla çıkan bilgide “Bu CD hiçbir zaman delil olarak kullanılamaz, çünkü üzerinde oynamalar yapılmış” deniyor.
Bütün bu bilirkişi kararlarını mahkeme göz önüne almıyor mu?
Hayır, o kadar enteresan ki “her ne kadar CD’nin içinde sahtelikler saptansa bile bu generallerin böyle bir girişimde bulunmadığına delil değildir” diye bir karar çıktı. İnanılır bir şey değil, bu kadar büyük bir kumpas ve bu insanlar göz göre göre, boşu boşuna içerdeler. Cezaevine gireli 2 seneyi aştı, daha önce de 4 yıl kalmıştı, 7 seneye yakın cezaevi günlerimiz var, kimin ne hakkı var buna? Benim eşim bu kumpas davalar yüzünden emekliliğini yaşayamadı, torunlarının yüzünü göremedi, kalbinde stent olmasına, birçok rahatsızlığına ve yaşına rağmen hala en zor koşullarda cezaevinde.
Sadullah Ergin’i ziyaret edip orada yatanlar için ambulans istemiştim. O zaman “Bakın ne kadar güzel bir odanız var, bu odada sizi 3 gün hapsetseler dayanabilir misiniz” dedim. Yani kimsenin kendini aklayacak, haklı çıkaracak bir mazereti olamaz.
İyi ki eşiniz de demans olmuyor. Kimseyle konuşmadan, hücreden çıkmadan yıllarca orada kalmak beyni nasıl etkiler.
Odada tek başına kaldığı ve kimseyle konuşma imkanı olmadığı için Çetin’in sesi kısıldı. Doktor önerisiyle, uzun bir süre her şeyi yüksek sesle okudu. Gazete okuyor, televizyon seyrediyor, bütün yapabildiği bu.
İyi bari, televizyona izin vermişler.
Kantinde satıldığı için ona izin verdiler. Kendi kendine ayakta durmaya ve kendisine yapılanlar konusunda hakkını aramaya ant etmiş durumda.