Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Gelecek Partisi Genel Başkanı, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu arasındaki gerginlik, TV’lerde yüz yüze söz düellosu şeklinde devam eder mi, bilemiyoruz.
İddialar karşılıklı...
Bu siyasi kapışma, Ahmet Davutoğlu’nun teklif ettiği gibi ekranlarda devam etse de, kararı Batı ülkelerindeki gibi halk verse daha iyi olmaz mı?
★★★
Ahmet Davutoğlu, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ı TV’de yüzleşmeye davet ederek
“2019 yılındaki çağrımı tekrarlıyorum. Artık arınma vaktidir. Haydi arınalım!” dedi ve sözlerini şu cümlelerle tamamladı:
“Bütün cumhurbaşkanlarının ve başbakanların mal varlıkları incelensin. Bana kullandığın yolsuzluk ifadesi için seni yüzleşmeye davet ediyorum. Bir ‘Araştırma komisyonu’ kurun. Kimin izah edemediği mal varlığı varsa hepsini Hazine’ye aktarıp, şehitlere, yetimlere harcayalım.”
★★★
Ahmet Davutoğlu bu sert çıkışı neden yaptı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ahmet Davutoğlu’nu, başbakanlığı döneminde usulsüzlük yapmakla suçlayarak şöyle dedi:
“Bizden üniversite istediler. Bunların vakfına üniversite tahsisi yaptık. Kendisi ne zaman başbakanlık koltuğuna oturdu, o tahsis yapılan yeri (araziyi) bila bedel (bedelsiz) vakfına mülk edindi. Türkiye’de bunun başka örneği yok. Bila bedel mülk edinme hakkı bizim vakıf yasalarına göre yok ama bunlar yaptı. Bunu milletimize anlat bakalım. Nasıl izah edeceksin?”
★★★
İşte bu suçlama bardağı taşıran damla oldu...
Ahmet Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Hodri meydan” dedi.
Ahmet Davutoğlu’nun sert cevabı şöyle:
“Küçük bir yüzükle başlattığı yolculuğu büyük servetlerle sürdüren, bütün akrabasını zengin eden, uluslararası mahkemelerde mal varlığı dosyasıyla adı geçen sen, başbakanlığı zamanında hanesine gelen her lokmanın bedelini makbuzla ödemiş, devlet adına aldığı en küçük hediyeyi dahi beyan etmiş beni yolsuzlukla itham ettin! Öyle mi?”
★★★
Ahmet Davutoğlu’nun, siyasi literatüre geçmeye aday meydan okuyuşu da şöyle:
“O Şehir Üniversitesi şahsi mülküm olmadığı gibi, hiç kimsenin de mülkü değil. Milletin mülkü. Gel istediğin gazetecileri al, pelikancılar da dahil, istediğin kanalda senin damadının kardeşinin sahip olduğu kanal da dahil, açık oturuma çıkalım. Sen prompteri kullan, ben böyle yalın kılıç çıkacağım. Senin gazetecilerin sana hazırlanmış sorular sorsunlar, yüzleşelim!”
Ahmet Davutoğlu’nun bu meydan okuması karşılık bulur mu, Erdoğan da kızıp “Restine rest, hodri meydan” der mi, bilmiyoruz.
Saray’dan henüz bir cevap yok! O cevap belki hiç gelmeyecek ama... Taraflar TV ekranında, milyonlarca vatandaşın önünde kozlarını paylaşsa da, millet onlara hakemlik yapsa fena mı olur?
TEBESSÜM
Bektaşi’nin öfkesi!
Bektaşi’nin biri, sıcak bir yaz günü, cebindeki son para ile bir karpuz alıp bir ağacın gölgesine çekilmiş...
Talih bu ya! Kestiği karpuz kabak çıkmış...
Bektaşi, karpuzcuya bir hayli sövdükten sonra karpuzun göbeğini yemiş, kalanını da yolun kenarına atmış...
Biraz sonra oradan geçen bir fukara, kabak karpuzun artıklarını görünce sevinmiş, hemen oturup kabukları sonuna kadar kemirdikten sonra “Şükürler olsun... Susuzluktan ölüyordum yahu!” demiş.
Bunu duyan Bektaşi öfkeyle yerinden fırlayarak adamı dövmeye başlamış. Bir yandan vuruyor, bir yandan da bağırıyormuş:
“Salak, kabak karpuza şükredilir mi lan? İnsan aç karnını şükürle doyurabilir mi? Zaten senin gibiler böyle her şeye şükrede şükrede, kendinizi de, bizi de bu hale getirdiniz!”
GÜNÜN SÖZÜ
İkbaldeyken dostun çok olur, düşersen dostun kalmaz!