Entelektüeldi. Arapça ve Farsça’nın yanısıra, Latince, İtalyanca ve Rumca bilirdi. Felsefeye meraklıydı. Milattan önceye ait Yunanca elyazmaları okurdu. Filozofları etrafına toplar, Peripatoscuların, Stoacıların ilkelerini, Platon’u Aristoteles’i tartışırdı. Coğrafyaya düşkündü. Batlamyus olarak tanınan Claudios Ptolemaios’un Geographia’sını incelerdi. Matematiksel coğrafya kavramının miladı kabul edilen Geographia’da bölük pörçük şekilde yeralan haritaları, bütün haline getirtip yayınlattı. Akdeniz, Ege ve Adriyatik’in girintilerini çıkıntılarını, derinliklerini, adalarını avucunun içi gibi bilirdi. Astronomiyle ilgiliydi. Özellikle, matematiksel sentez anlamına gelen ve 13 kitaptan oluşan Almagest’in Latince çevirisine bayılırdı. Matematiğe trigonometri seviyesinde hakimdi, çünkü, güneş’in ay’ın hareketlerini, yörüngeleri, yıldızları, ekinoksları izah eden Almagest’i kavrayabilmen için, trigonometri bilmen gerekirdi! Efsane astronom Ali Kuşçu’nun teee 1438’de hazırladığı yıldız kataloglarını, matematik teorilerini tekrar tekrar okur, adeta yutardı. Bizans’a ait kitapların koleksiyonunu yapardı. Ayasofya’ya dair neredeyse yazılmış tüm orijinal eserleri biriktirmişti. İstanbul’un Konstantinopolis dönemine ait en eski şehir haritası, ondaydı. Büyük İskender’in biyografisi olan Anabasis’in kopyası, kütüphanesindeydi. Homeros’un İlyada’sından o kadar etkilendi ki, kalkıp Truva’ya gitti. Kalıntıları gezdi. Akhileus’un ve Hektor’un mezarları hakkında bilgi aldı, kahramanlıklarını saygıyla andı. Truva’nın konumunu, denizle-karayla ilişkisinin stratejik yararını inceledi. İstanbul’un fethini Truva’nın rövanşı gibi görürdü. Mesela, Papa II. Pius’a yazdığı mektupta, “İtalyanların bana düşman olmasına şaşıyorum, Yunanlılardan Hektor’un öcünü almak, benim kadar onlara da düşer, oysa onlar bana karşı Yunanlıları tutuyor” demişti. Hobileri vardı. Denizi çok severdi. Oppianos tarafından kaleme alınan ve balıkçılık üzerine yazılmış en eski kitap olan Halieutika’yı okurdu. Ezop’un fablları’nı okurdu. Hipokrat’ı, lir sanatını, hayvanların özelliklerini, değerli taşları okurdu. Kültür adamıydı, sanatçılara kol kanat gerer, ödüllendirirdi. Şairdi. “Avni” mahlasıyla şiirler yazardı. Bağda gülden bahseden, yanağını kasdeder / serviden söz açanlar, endamını kasdeder / dilbere vasıl olmak dar-ı dünyadan murad / aşık, aşkın derdi ile dermanını kasdeder... Mimariyi çok önemserdi. Yaşadığı mekanları, Alla Turchesca, İran, Karaman, Alla Greca tarzında inşa ettirmişti. Sofu değildi. Galata’daki San Pietro kilisesine gidip, ayin bile izlerdi. Yahudi, Rum farketmez, ustalarıyla dostluk kurardı. İtalyan ekolünü beğenirdi. Portresini İtalyan ressam Bellini’ye yaptırdı. “Ecdadın torunları” olduğunu iddia eden palavracı siyasetçilerimiz sahip çıkmadığı için, en ünlü tablosu, National Gallery koleksiyonuna dahildir, Londra’da, Victoria Albert Müzesi‘nde sergilenir. Aslında, kendisinde de ressamlık yeteneği vardı. Karalama defterlerine Roma büstlerini andıran insan figürleri çizerdi. Doğumundan itibaren harp tarihiyle, harp sanatıyla yetiştirildi. Ateşli silahları “tasarım” yapabilecek kadar iyi tanırdı. Tarihteki ilk havan topunun çizimlerini bizzat kendisi yaptı, ilk havan topu İstanbul’un fethinde kullanıldı. Gerçek manada dünya lideriydi.

*

Yani hakikaten kalbini kırmak istemem ama, Fatih kim, sen kim be birader...

*

Saray yaptırmakla dünya lideri olunsaydı, düğün sarayı, adalet sarayı, kültür sarayı, simit sarayı, elini sallasan asrın lideri’ne çarpardı!