Son zamanlarda bağışıklık sisteminin önemini daha çok anlar olduk. Bağışıklık sistemin sağlıklı çalışması için verilen beslenme önerileri, gıda takviyeleri ve çeşitli ürünler sık sık karşımıza çıkıyor. Kanserden, organ nakline, allerjiden, romatizmal hastalıklar olarak bilinen otoimmün hastalıklara kadar geniş bir çalışma alanı olan, sağlıklı bir yaşamın şifresini barındıran bu mekanizmanın doğru çalışması için neler yapmak gerekiyor?

29 Nisan Dünya İmmünoloji Günü, 2005'ten beri Avrupa İmmünoloji Dernekler Birliği'nin, immünoloji ile ilgili farkındalık yaratmak için ilan ettiği bir gün. Bu alanın Türkiye'deki yerini, bağışıklık sistemini güçlendirmekle ilgili verilen tavsiyelerin doğruluğunu, dikkat edilmesi gereken hayati noktaları Memorial Hastanesi Doku Tipleme - İmmünoloji Laboratuvarı Sorumlusu Prof. Dr. Emel Ekşioğlu- Demiralp ve Doku Tipleme - İmmünoloji Laboratuvarı Sorumlu Yardımcısı Dr. Onur Elbaşı ile konuştuk.

emel-eksioglu-onur-elbasi

İKİNCİ BEYNİMİZ OLAN BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİN GÜCÜNÜN SIRLARI: KENDİNİ BİLMEK, DÜŞMANI AYIRT ETMEK, ODAKLANMAK, SAVAŞMAK, BAZEN UMURSAMAMAK, DENEYİM BİRİKTİRMEK, HOŞ GÖRMEK VE HAFIZA

Dünya İmmünoloji gününe özel nasıl mesajlar verilmeli? Bağışıklık sisteminin öneminden bahsedebilir misiniz?Vücudumuzda, öğrenebilme, düşünebilme ve hafızasında saklama kapasitesinde iki tane sistem var; biri beyin, diğeri de bağışıklık sistemi. Bağışıklık sistemi, genetik olarak var olan, atalarımızdan aktarılan bilgimizi kullanıp, karşılaşılan bir mikroba, yabancıya karşı bu bilgiyi işleyip, işledikten sonra sadece mikrobun olduğu bölgeye ODAKLANARAK SAVAŞAN, yok edinceye kadar yılmadan uğraşan ve bu deneyimini unutmayıp saklayan, her yeni durum için bu deneyimini de kullanarak yeni bir yanıt üretebilen bir sistemdir. Geçmişten gelen bilginin saklanmış hali olarak, bir takım refleks yanıtlarımız vardır Bağışıklık sistemi de beyin gibi bu bilgiyi var olan durum karşısında değerlendirip, sentezleyip, mikroba özel, kansere özel, organ nakline özel yanıtlar üretir. Bu beyin ve bağışıklık sistemi dışında hiçbir sistemde, hiçbir organda olmayan bir özellik.

Bağışıklık sisteminin görevi bireyin özünü korumaktır. Bu nedenle önce KENDİSİNİ BİLMESİ gerekir ki özüne zarar vermesin. Bu bağlamda, bağışıklık sisteminin, en az düşmanla savaşmak için gereken emek kadar kendini bilmek için emek harcadığını söyleyebiliriz. Bu arada her mikrobu da UMURSAMAZ. Mesela, vücudumuzun içinde bağışıklık sistemi hücrelerimizin toplam sayısının en az 30, kimi çalışmalara göre hatta 100 katı mikrop yaşar. Ama biz onlara cevap vermeyiz, umursamayız hatta onlar ile karşılıklı kazançlı olarak denge içinde birlikte yaşarız. Tıpkı beyin gibi bağışıklık sistemimiz de öğrenme yetisine sahiptir. Bu öğrendiklerinin bir kısmını bir DENEYİM olarak HAFIZAsında saklar ve gerektiği zaman hatırlayarak kullanır. Yani sosyal bir varlık olan insanın kişisel deneyimlerini saklaması gibi, bağışıklık sistemi de kendi geçirdiği deneyimlerin bilgilerini saklar. Bağışıklık sisteminin hafıza özelliğini aşılarda kullanıyoruz mesela. Ama sadece aşılarla da değil; bağışıklık sisteminin daha hücresel, daha moleküler hafıza mekanizmaları da var. Yani çok boyutlu düşünme ve saklama kapasitesine sahip diyebiliriz. Bu da beyinle benzer olan bir diğer özelliği.
Tolerans ise hem kendine hem de bazı yabancılara hoşgörü demek. Örneğin kendi ailenizdeki bireyler ne yaparlarsa yapsınlar sizin bir parçanızdırlar ve onların bir çok özelliğini, davranışını makul sınırlara kadar hoş görürsünüz. Bağışıklık sistemi de benzer şekilde kendisine ait olana yani öze karşı hoşgörülüdür. Bunun şöyle bir faydası var: Öze karşı hoşgörülü olması demek, sistemin kendi varlığını sürdürmesi demektir. Aslında immünoloji BENLİK BİLİMİDİR. O ‘ben’ bilgisi, kendimize ait hücrelerimize, içimizdeki herhangi bir organa savaşmamamızı, kendimize zarar vermememizi sağlıyor. Bu sistemin amacı, zararlı yabancıya karşı savaşarak, kendini korumaktır. Bu savaşı verirken de kendine karşı tamamen zararsız veya en az zararla savaşı sonlandırmak üzere programlanmıştır.

Bu sistem ne zaman oluşuyor? Anne karnına düşer düşmez mi?
Bağışıklık sistemi vücuda tüm organlara yayılmış olan hücrelerden ve ek olarak dalak, karaciğer, timus, lenf bezi gibi organlardan ve kemik iliğinden oluşur. İlk bağışıklık sistemi hücrelerinin aort dediğimiz en büyük atardamarımızın içinde olduğunu gösteren çalışmalar var. Yani kanın oluşmaya başlaması ile birlikte bağışıklık sistemimiz de oluşmaya başlıyor diyebiliriz. Daha sonra en erken öncülleri karaciğer içinde gösterilmiş. Karaciğer öncesini göstermek, yöntemsel olarak çok kolay değil. Burada en ilginç nokta, özü olan ve olmayanı ayırt etmek temeli üzerine kurulmuş bir sistemde yarı yabancı olan bebeğin, anne rahminde nasıl kalabildiği ve daha önemlisi bağışıklık sistemi tam olan annenin bu yarı yabancıyı nasıl reddetmeden dokuz ay saklayıp büyütebildiği. Bağışıklık biliminin en etkileyici, en gizemli ve yanıt bekleyen bir çok sorusu olan konusudur. Yeni doğan bebekler bağışıklık açısından gelişmemiş olarak doğarlar. Rahim içi yaşam boyunca anneden koruyucu faktörler bebeğe geçer. Yeni doğanda bağışıklık sistemi ile ilgili hücre ve sıvısal bir takım mekanizmalar çok az bir şekilde var ama yeterli değildir. Bu dönemde anneden gelen bir takım bağışıklık bileşenleri bebeği korur.

İmmünglobulin denen koruyucu antikorların tam olarak yapılabilmesi 3 yaşı bulur. İlginç olarak, 2 yaşa kadar anne sütü ile beslenen çocuklarda, anneden gelen immünglobulinlerin 3 yaşa, yani bebek bunları tam olarak yapabilene kadar bebeği koruduğu bilimsel olarak gösterilmiş. Bağışıklık sisteminin hücreleri ile birlikte tam olgunlaşması ise 6-7 yaş civarında olur ve ondan sonra da hiç bitmez. Sürekli bilmek ve öğrenmek, yeni deneyimler kazanmak ister. Ama bazen de hatalar yapar.

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ HATA YAPARSA NE OLUR?

Nasıl hatalar bunlar?
Mesela bazen kendine karşı az hoşgörülü olabilir. Bu kendine katlanamama durumu, kişinin kendi hücrelerine zarar verebilir ve otoimmün hastalıklar ortaya çıkar. Basit anlatımla otoimmün hastalıklar, bağışıklık sisteminin özüne toleransının yıkılması şeklinde oluşur diyebiliriz. Bazen de hoşgörünün dozunu ayarlayamaz ve fazla hoşgörülü olarak içimizde büyüyen kansere ya da tümöre karşı kendisiymiş gibi davranabilir. Yani bizi korumakla yükümlü bu mekanizma, maalesef bazen kendi zararımıza çalışabilir. Alerjik durumlar ortaya çıkabilir ya da organ naklinde takılan organı kabul etmeyebilir. Bunların hepsi de elbette istemediğimiz ve ‘herkes hata yapabilir’ diyemeyeceğimiz bir durumlar...

Bu durumların ortaya çıkmasını tetikleyecek belirli sebepler var mı?
Genetik olarak sağlam bir bağışıklık sistemi arada hata yapsa da bu hatalarını tekrarlamaz. Ama genetik bir yatkınlık durumu var ise ki bu çok sayıda gen ve bunların karmaşık ilişkilerini içerir, çevresel etkenler hastalığın ortaya çıkmasına neden olabilir. ‘Normal’ sayılabilecek hatalara bir örnek vermek gerekir ise; çok gürültülü bir infeksiyon hastalığının ardından, düşmana çok yönlü saldırıda bulunurken tüm hücrelerini, bileşenlerini aktifler. Öze zarar gelmemesi için, bu aktif saldırgan durumun bir süre sonra sönmesi gerekir. Hızını alamayıp savaşa uzun sure devam ederse otoimmün durumlar oluşabilir. Bağışıklık sistemi hatalarında, hatta her bir hastalık özelinde ayrı ayrı çok sebep vardır. Savunma ve korunma için bu kadar farklı mekanizmaya sahip bir sistem doğal olarak bozulabilecek çok fazla parçaya sahiptir. Bunlarla ilgili birçok araştırma yapılıyor. Ömürler bitecek bu araştırmalar bitmeyecek diyebiliriz.

ÇOCUKLARDA BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ NELERDEN ETKİLENİYOR?

Bağışıklık sistemi 7 yaş civarında olgunlaşıyor dediniz. Bu yaşa kadarki süreç, güçlü bir bağışıklık sistemi oluşumu için etkili mi?
Bu konudaki tavsiyeleri klinisyenlere bırakarak, bir temel bilimci olarak şunları söyleyebilirim; 'şu yenirse ya da şöyle yaparsanız bağışıklık sistemi normal çalışırken bozulur' diyebileceğimiz bir etken yok. Çocuklarda önemli olan şeylerden biri iyi uykudur. Çünkü uykuda büyüme hormonu salgılanır. O büyüme hormonu gibi bir takım sıvısal vücut bileşenleri bağışıklık sisteminin iyi yanıt vermesini sağlar diyebiliriz. Stres, (bu arada stresi sadece psikolojik stres olarak almamak lazım. Bir infeksiyon hastalığı, bağışıklık sisteminin stresidir) küçük yaşlarda sıkça geçirilmiş enfeksiyonlar, beslenme bozuklukları gibi etkenler bağışıklık sisteminin doğru çalışmasını etkiler ancak genetik kodda hiçbir hata yok ise o durum telafi edilebilir. Ama bir bozukluk zaten varsa, bir ya da birden fazla olumsuz çevre koşulu yan yana geldiğinde bağışıklık sistemini etkileyebilir. Ancak tekrar ediyorum, 'özellikle bir gıdayı yemek bağışıklık sistemini düzeltir' diye bir şey yok. Bu söylediğim emme çağındaki bebekler için geçerli değil elbet. Anne sütü, bağışıklık sisteminin sağlam olarak gelişebilmesi için olmazsa olmaz bir şarttır. Eğer genetik olarak belirgin bir bozukluk, immün yetmezlik dediğimiz bir durum yok ise sağlıklı bir bağışıklık sistemi için bebekler için anne sütü yeterli.

KOMŞUNUZU DEĞİL, DOKTORUNUZU DİNLEYİN

Peki bağışıklık sistemini güçlendirmekle ilgili neden bu kadar sık duyuyoruz bu önerileri?
Çok değişkenli, çok sayıda farklı yolağı olan bir sistem olduğu için gerçek gücünün sayısal ölçümü kolay değildir. Bu da pek çok kişinin bu konuda dayanaksız ya da az dayanaklı kurgulamalar yapmasına yol açıyor herhalde. Daha kötüsü bundan ticari kazanç sağlanması elbette. Bu önerilerde doğru noktalar da olabilir. Belki de, kim bilir? (gülüyor)… Ancak bilimsel olarak doğru olanı söyleyebilmek için, bir şeyin ya da bir ürünün bağışıklık sistemini güçlendirdiğini iddia edebilmek için seçilmiş ve birbirine sayısal olarak denkleştirilmiş, ürünü kullanan ve kullanmayan insanda yani örnekte denenmesi, denek sayılarının yeterli büyüklükte olması (öyle 15-20 kişi yetmez) ve bu etkinin iki grupta gerçekten anlamlı düzeyde farklılık yarattığının ispatlanması lazım. Yoksa bu bilimsel bir söylem değil, 'komşu' önerisi olmaktan öteye geçmeyen bir şey olur. Üstelik pahalı ve birilerine para kazandıran bir yol olur. Ayrıca bu tür ürünler ilaç olmadıkları, gıda takviyesi olarak izinlendirildikleri için Sağlık Bakanlığı'nın denetiminde de değillerdir.

Bağışıklık sisteminde mikrobun hangi yoldan vücuda girdiği çok önemli. Mikrobun nereden girdiği bağışıklık sisteminin ona karşı nasıl yanıt vereceğini belirler. Yani, ciltten, kandan, solunum sisteminden girerse mikroplu şok oluşturabilecek kadar bağışıklık sistemini etkileyen bir bakteri, ağızdan alındığında hiç problem yaratmayabilir hatta onlara hoşgörülü bile olabiliriz. İşte bu tür bakterilerin bağışıklık sistemini etkileyecek bazı kısımlarını toz haline getirip kapsüllere koyup bağışıklık sistemini güçlendiriyor derseniz çok yanlış bir yönlendirme yapılmış olur. Çünkü o bakteri zarı ekstresi yutulduğunda ona hoşgörü kazanılır. Bağışıklık sistemi güçlendirici olarak piyasada bulunabilecek bu tür ürünler bağışıklık sisteminin hoşgörü gücünü artırmaya yönelik etkileri olduğunu belirten bir sloganla mesela ‘artık X bakterisini hoş görmeyi öğreneceksiniz’ şeklinde satılırlarsa sorun olmaz tabii (gülüyor). Bu tür ilaçlar aşı gibi bir etki yaratmaz ve o hoşgörü elbette bizim istediğimiz bir hoşgörü değil. Haydi bir zararı olmadığını düşünelim. O zaman da sizin cüzdanınıza zarardır.

Dr. Onur Elbaşı: Örneğin yeni doğum yapan kadınlara önerilen, anne sütünü destekleyen tozlar var. Bebekler için de bazı ürünler mevcut. İmmün sistemi güçlendirdiği iddia ediliyor bunların. Ancak bunun gerçekliğine, bilimsel yanlarına dikkat etmek gerekiyor.

Prof. Dr. Emel Demiralp: Bağışıklık sistemini güçlendirdiği iddia edilen ürünler kimi zaman süregiden bir hastalığın tedavisi sırasında çok kötü sonuçlara sebep olabilir. Mesela böbrek hastası bir kişi, komşusuna iyi gelen bir otu içip, böbreğinin üstüne bir de karaciğerinin bozulmasına yol açabilir ve böbrek naklinin yapılamamasına yol açabilir. Biz bunun gibi örnekler gördük. Hekimler de tabi ki bitkilerin hastalıklar üzerinde olan etkileri ile ilgili yapılan araştırmaları takip ediyorlar. Ancak mucize diye tanıtılsa bile, asla doktorunuza danışmadan kullanmayın. Tam aksine mucize sözünü daha da dikkatle sorgulayın, derim. Belki bugün Bağışıklık Sistemi üzerine konuştuklarımıza dayanarak, hekiminize bile sormadan ‘bağışıklık sisteminin neresini güçlendiriyormuş? Odaklanmayı mı? Hafızayı mı? Savaşı mı? Hoşgörüyü mü ? diye sorular sorabilir ve en azından aldığınız yanıtların ikna edici olup olmadığını değerlendirebilirsiniz. Yani sorgulayarak yaklaşın ve mutlaka hekiminize danışın demek istiyorum.

Hepimiz insanız. Çaresizlik çare aratır. Biz hekimler de yüzyıllardır, tababetin simgesinde de kullanılan yılan tarafından lokman hekimin elinden çalınan ölümsüzlüğün sırrını, hastalıkların çaresini arıyoruz. Bu tip durumlarda insan, ilaç olmayan bu tür ürünlere yönelebilir, her seçeneği denemek isteyebilir. Çaresizlik insanı sömürülmeye açık hale getirir ve umut tacirliğine yol sağlar Çaresizliğin sömürülmesi konusu, gribe, soğuk algınlığına yönelik ‘bağışıklık güçlendiricilerin(!) kısmi masumiyetinden kanser tedavisine uzanıyor ise bunu kısmi masumiyet olarak değerlendiremeyeceğim. Bunun affedilir bir yanı yok. Umut tacirlerine para kazandırmamak için, kanıtlanmış etkiyi bilene, bilimsel bilgiyi takip edene yani hekime danışın. Tabii her şeye rağmen böyle alternatif bir yola başvuracak kadar çaresiz hissedebilir ve tüm bilimsel yaklaşımlara kulağınızı tıkayıp yine de deneyebilirsiniz. Eğer böyle bir şey yapıyor iseniz, bir araştırmaya denek olarak katılıyorsunuz demektir. Burada dikkat edilecek şey şudur; eğer siz örnek hasta olarak böyle bir çalışmaya katılacaksanız, çaresizliğinizden faydalanan bir umut tacirliği durumu söz konusu değil ise siz para alan kişi olmalısınız, para veren değil. Para almasanız bile asla para veren olmamalısınız. Çünkü siz canınızı ortaya koyuyorsunuz, yeni bir bilginin üretilmesine katkıda bulunuyorsunuz. Neden bunu için para ödeyesiniz? Öyle değil mi?

"YEŞİL ÇAY HER KANSERE İYİ GELMİYOR"

Dr. Onur Elbaşı: Mesela belli kanser türlerinde yeşil çayın kesinlikle tüketilmemesi gerektiği kanıtlanmış. Bu tip ürünler bazılarına çok iyi gelirken, bazılarında hücrelerin bölünmesini artıracak yönde etki ettiği söyleniyor. Bu tip bilgilerin doğruluklarını bilimsel olarak da takip etmek gerekiyor. Bu ürünlerin denetlenmelerinin dışında, fayda sağlamıyorsa bile en azından zarar da vermemesi lazım.

İŞTE BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ GÜÇLENDİREN 5 ÖNEMLİ ŞEY

Peki genel olarak bağışıklık sistemi için önemli şeyleri sayabilir misiniz?
Prof. Dr. Emel Demiralp: Evet size bazı sırlar (?) verebilirim (gülüyor). Mesela hepimizin insan olduğunu hatırlatarak, havaya, suya, güneşe, uykuya, her türlü, dengeli olarak alınan besine ihtiyacımız olduğunu ama strese ihtiyacımız olmadığını söyleyebilirim.

Bağışıklık sistemi için en önemli şey oksijen. Hipoksi (dokularda oksijenin azalması) bütün sistemlerimiz için zararlı. Yani 'şehirde yaşamak immün sistemi bozan bir şeydir' dersek yanlış olmaz. Oksijen konusunda bir önemli örnek damar sertliği mesela. Damar sertliği de bir bağışıklık sistemi hastalığı. Damar çeperinde mikropsuz bir iltihaplanma ile başlar. Oksijensiz ortam, kötü yağların hücre içine yanlış bir şekilde girip depolanmasına neden olur. Mümkün olduğu kadar oksijeni bol ortamlarda bulunmak hem mikroplarla karşılaşma sıklığınızı azaltır hem de sağlam bir bağışıklık sisteminiz oluşmasını sağlar.

Diğer önemli şey de, iyi bir uyku. Çünkü uyurken serotonin salgılanır ve bu hormon T lenfositleri dediğimiz o özel hücrelerimizden bir grubunun daha iyi yanıt verir hale gelmesini sağlar. Hani bir yayı ne kadar gererseniz ok, o kadar hızlı gider ya... Serotonin de bağışıklık sistemi için öyle bir etki yaratıyor; karşılaştığı bir enfeksiyona daha hızlı yanıt veriyor.
Güneş dedim. D vitamini için. Sağlıklı ve güçlü bir immün sistem için D vitamini olmazsa olmaz. Yani yeterli ve sağlıklı beslenme, oksijenli ve güneşli ortam ve güzel bir uyku... Bunlar bağışıklık sistemini güçlendiriyor.

Peki egzersiz yapmak?
Egzersiz de tabi ki güçlendiriyor ama onu da oksijenli ortamda yapmak lazım.

Tekrar psikolojik durumların etkisine dönersek... Psikolojik sağlık/sağlıksızlık nasıl etkiliyor bu sistemi?
Stres döneminde salgılanan bir takım hormonlar ya da beyindeki sinyal iletimini sağlayan bütün sıvısal maddeler, bağışıklık sistemini de etkiliyor. Stres durumunda immün sistem alarm halinde olur. Tam ve güçlü yanıt verebilir haldedir. Stres durumundaki davranışlarınızı düşünün; normal zamanda kaldıramayacağınız bir durumla karşılaştığınızda çok daha güçlüsünüzdür. Kendiniz bile gücünüze şaşırırsınız. Ama stres kaynağı ortadan kalktığı an geçici bir depresyon olabilir. Bağışıklık sistemi de aynı şekilde stres sonrası güçsüzleşir bir sure sonra kendini toparlar. İşte o dönem hastalanma dönemidir. O boşlukta bir mikropla karşılaşırsa enfeksiyon hastalıkları oluşabilir. Sınavlarını bitiren birçok öğrencinin sınavlardan sonra hastalandığını hatta zatürre olduğunu duymuşsunuzdur.

"BÜTÜNLÜĞÜMÜZ ÇEŞİTLİLİĞİMİZDEN GELİYOR"
BİR GRUP HÜCRENİN DİĞERLERİNİ HİÇE SAYARAK SINIRSIZ BÜYÜMESİ=AYNILAŞMA= KANSERLEŞME

Neden?
Şöyle anlatmaya çalışayım; insanoğlu kendisinin her zaman en doğru olduğunu zannetme ve herkesin kendisi gibi olmasını isteme eğilimindedir. Ama, yaşam bir çeşitliliktir. Her şeyin aynı olması zaten yaşam ile bağdaşmaz. Biyolojik sistemlerde aynılık kanser anlamına gelir

Tüm biyolojik sistemler gibi Bağışıklık sistemi de çeşitliliğin ve çeşitliliğin getirdiği karmaşanın düzenidir. Biyolojik yaşam, ve Bağışıklık sisteminin yaşamı kendi olan ve olmayanın dirsek dirseğe itişmeleri ile olur. Biraz biri haddini aşar, ileri gider. İleri gittiği zaman diğeri biraz iter bazen de taraflar yer değiştirir. Bir tür biyolojik tango yani. Denge, bir devinimdir. Durağan bir şey değildir. Ama bazı durumlarda, birinden biri haddini aşma kısmında fazla ileri gider ve o ana dengeyi bozmayı başarır ise hızla çoğalarak sistemi aynılaştırmaya çalışırsa kanserleşmiş demektir. Bağışıklık sisteminin bu denge bozukluğunu görmesi, maalesef çoğu durumda iş işten geçtikten sonra olur. Kanserleşen hücreler, bağışıklık sistemini ne kadar başarı ile kandırırlarsa kendilerini bağışık sistemine ne kadar başarı ile öz hücreler olarak tanıtırlarsa o kadar kötü huylu ve yayılmacı olurlar. Vücudumuzda her gün genetiği bozuk, kanser hücreleri oluşur ama bahsettiğim konularda başarı gösteremezlerse bağışıklık sistemi hücreleri onları tanır ve yok eder. Ama açıkça da gördüğümüz üzere bağışıklık sistemimiz bu konuda o kadar da başarılı değil. Bu anlattığım sebeplerle kanser araştırmaları iki koldan yürümektedir. Çünkü iki tarafı olan bir savaş söz konusudur. Birinci konu, nasıl olur da bir hücremiz, tüm kontrol noktalarının üstesinden gelmeyi başararak bir yandan çoğalıp bir yandan bağışıklık sistemine kendini öz hücre olarak gösterir hatta bağışıklık sistemini baskılayacak, hatta onu yok edecek hale gelebilir sorusudur. Maalesef bu sorunun tek bir yanıtı yok ve olamaz da. Diğer konu da bağışıklık sistemi nasıl olur da bu uyku durumunda kalabilir? Bu soruların yanıtlarını uzun yıllar araştıracağız gibi gözüküyor.

Kanserin tedavisi bulunacak mı?
Kanser tek bir hastalık değil. Her durum için ayrı çalışmalar yapılıyor. Bu çalışmalar bitecek mi? Bitmeyecek. Çok net. Bir cins kanser biter diğeri başlar. 15 yıl öncesinde tanı koyduğum hücre profili ile bugün tanı koyduğum profil tamamen farklı. Biz değişiyoruz da onlar değişmiyor mu? O da canlı aslında. Hücreyi bozan her ne ise yeni bir oluşum yaratıyor ve o bulunduğu ortama uyum sağlamaya çalışıyor. Tıpkı bizim gibi. Ama o tek hücre, askeri düzen içinde. Askeri düzen demek, her şeyin aynı olması demek, yani kanser demek. Bizim bütünlüğümüz aslında çeşitliliğimizden oluşuyor ve çok sayıda hücrenin harmoni içinde karmaşa gibi görünen bir şeyin çalışmasıyla yaşıyoruz. Ama kanser demek tam tersi aynılık demek. O, aynılığını korumak için de sürekli strateji geliştiriyor. O yüzden de kanserle mücadelemiz bitmeyecek.

"EĞER KANSER İLACI ÜRETMEK İSTİYORSAK..."

Peki Türkiye'de immünoloji biliminin önemi yeterince biliniyor mu?
Tıp fakültelerinde immünoloji biliminin ilerlemesi için bu bölümün daha çok üniversitede kurulmasını, dah çok sayıda genç araştırıcının immünolojinin alanlarına yönelmesini istiyoruz. Çünkü bir sürü klinik alana hizmet veren, temel bilimler ve klinik arasında köprü görevi olan bir bölüm bu. Organ naklinden tutun da , immün yetmezlikler, kanser, alerji, otoimmün hastalıklara kadar uzanan geniş bir yelpazesi var. İmmünoloji, bu hastalıkların mekanizmalarını anlamak ve çok çabuk çözüm üretebilmek için çok önemli bir bilim dalı. Mesela kanser ilacı üretebilmek için bu mekanizmaları bilmek ve araştırmalar yapmak gerekiyor. Bunun laboratuvar araştırmalarını yapmak da klinik hizmet verenlerin değil, immünoloji temel bilimi ile uğraşanların işi. Türkiye'nin bu konuda gelişmesi gerekiyor. Ana bilim dalı olarak immünoloji çok az üniversitede var, kadroları yetersiz Zaten temel bilim dalı olarak yeni yeni kabul edilmeye başlandı. Daha çok desteklenmesi gerekiyor.

Türkiye'de bu yöndeki araştırmalar nasıl?
Çorak çöllerde biten kaktüs çiçekleri gibi (gülüyor). Onca dikenin içinde böyle bir güzelliğin ortaya çıkabilmesine şaşar kalırsınız. Gerçekten de çok güzel temel bilim araştırmaları yapan, pırıl pırıl öğrenciler yetiştiren immünologlarımız var. Ama sayılarının çok artması gerekiyor. Bahsettiğim her immünoloji alanında çalışan çok sayıda araştırıcının olması gerekir. Tabii hedef bilgi üretmek ve kavram yaratmaksa. Ben, gücün bilgi olduğuna inananlardanım. Yoksa, dünyada üretilen bilginin kullanılması, yani kullanıcı olmak yetiyor ise, gerek yok (gülüyor).