Kadına şiddetin yükseldiği yerde, insanlık alçalır.

“İstanbul Sözleşmesi” kadına şiddeti önlemeyi amaçlayan ve ağır yaptırımlar getiren ilk uluslararası anlaşmadır.

Bu sözleşme bir süredir büyük tartışmalara sebep oluyor.

Kimi İstanbul Sözleşmesi’ni savunuyor, kimi de Türkiye’nin bu sözleşmeden çıkmasını istiyor.

Karşı çıkanlara sormak lâzım...

Sözleşmenin ne olduğunu biliyor musunuz?

Tamamı 30 sayfa olan bu sözleşmeyi okudunuz mu?

Ben, çok kişinin sözleşmeyi okumadan işkembeden attığına eminim. Bunların, kulaktan dolma bilgiler dışında dünyadan haberleri yok!

★★★

İstanbul Sözleşmesi,

insanî ve ahlâkî bir sözleşmedir ve kadına yönelik şiddetin önlenmesini, ayrımcılığın yok edilmesini, kadın ve erkek arasında hukuki ve fiili eşitliğin sağlanmasını hedefler.

Sözleşme 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmış ve Avrupa Konseyi’ne üye olan 20 ülke imzalamıştır. Türkiye, bu insanî sözleşmeyi ilk kabul eden ülke olmuştur.

İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan ülkelerin sayısı bugün 46’ya yükselmiş bulunuyor.

Şimdi aynı Türkiye’nin bu uygar ve çağdaş anlaşmadan çıkma düşüncesi bile şaşırtıcı ve utandırıcıdır.

“Sözleşmeyi iptal edelim” veya “Sözleşmeyi yeniden gözden geçirelim” diyenler ne istiyor?

- Kadının ezilmesini...

- İnsanî haklardan mahrum edilmesini...

- Aile içi şiddetin artmasını...

- Tecavüzlerin ve cinayetlerin çoğalmasını mı istiyorlar?

- Nedir amaçları?

- Fiili ve hukuki eşitlik olmasın mı?

- Onların paşa gönüllerini rahatsız eden ne?

★★★

Çok kişi sözleşme metnini okumadan hariçten gazel okuyor maalesef!

Kadına söz geçirmek, kadın üzerinde kaba kuvvete dayalı bir hâkimiyet kurarak onu evde kölesi haline getirmeyi arzu eden erkekler, İstanbul Sözleşmesi’nin iptalini istiyor.

Kadını ikinci sınıf bir yaratık veya bir mal gibi gören tarikatlar ve cemaatlerin bu konuda iktidara baskı yaptıkları anlaşılıyor.

Sözleşmenin kadına sağladığı haklar, getirdiği ağır yaptırımlar nedeniyle, karılarını gönül rahatlığıyla dövemeyen kişiler İstanbul Sözleşmesi’nin düşmanları!

Onlar, kadınların ezilmesini, paspas gibi çiğnenmesini istiyorlar. Bunlarda, “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmemek lâzım.” görüşü hâkim...

Ahlâk ve insanlık dışı bu ilkel düşünceyi, yaşadığımız modern çağda hâlâ savunanların olması üzücü bir olaydır.

★★★

Türkiye’de kadın cinayetleri, tüyleri ürperten, yürekleri parçalayan bir şekilde devam ediyor.

Getirdiği ağır ceza ve yaptırımlara rağmen İstanbul Sözleşmesi’nin kadın cinayetlerine çare olduğu söylenemez. Ancak...

Sözleşmenin eksikleri varsa tamamlanır, yanlışları varsa düzeltilir, fakat... Sözleşmeden tamamen çıkmak neden? Böyle akıl dışı bir istek olabilir mi?

Bunu talep edenler eğer aptal, salak veya cahil değillerse, mutlaka art niyetlidirler!

30 sayfalık sözleşmeyi okuyup da, buna rağmen iptal etmek isteyen kim olursa olsun “Kadın düşmanı”dır!

Uzun sözün kısası:

Kadının yüce varlığını inkâr edenlere ben insan demem!

“Tanrım! Beni özgürlük cennetinde uyandır!”


“Fikrin korkusuz olduğu ve başın dik tutulduğu yerde,

Bilginin serbest olduğu ve dünyanın özel duvarlarla dar bölmelere ayrılmadığı yerde,

Sözcüklerin, doğruluğunun derinliğinden meydana çıktığı yerde,

Emeğin kollarını kemale uzattığı yerde,

Berrak akıl nehrinin, ölmüş adetlerin hazin çölünde yolunu kaybetmediği yerde,

Zekânın sürekli olarak genişleyen fikir ve fiile senin tarafından sevk edildiği yerde,

Tanrım, sen benim memleketimi, işte bu özgürlük cennetinde uyandır.”

★★★

Yukarıdaki ilginç satırları Nobel ödüllü ünlü Hint şairi Rabindranth Tagore tarafından yazılan “Gitanjali” adlı kitabın 1941 tarihli Türkçe çevirisinden aldım.

“İlahiler” anlamına gelen “Gitanjali”yi, rahmetli Bülent Ecevit, Başbakan olmadan, hatta politikaya atılmadan uzun yıllar önce, gençlik çağında Türkçe’ye çevirmişti.

Şair ruhlu Bülent Ecevit’in gençliğinde özendiği ve “Tanrım, sen benim memleketimi özgürlük cennetinde uyandır” dediği ülkeye onun zamanında da kavuşamadık ve şimdi çok daha da geriye gittik.

Yine aynı kitaptan bir cümle:

“Allahım... Bana, fikre saygısızlık etmeyecek ve küstah kudretin önünde diz çökmeyecek gücü ver!”

Ülkemizin bugünkü ortamında biz de bunu diler hale geldik!

TEBESSÜM

Sınav bahane, yandaşlık şahane!


Memleket o hale geldi ki, artık liyakat ve ehliyete bakılmıyor, torpili olan yandaşlar önemli makamlara getiriliyor.

Uyanık Temel de günün şartları gereği adamını bularak iktidara yaklaşıyor ve bir devlet kurumuna kısım şefi olarak giriyor.

Ayak işlerini yapmak için büroya bir hademe alınacak... Elemanın seçimi, kısım şefi Temel’e bırakılıyor.

Adaylar kalabalıktır. Bu durumda Temel sınav yapmaya karar veriyor:

“Bize bir kişi lâzımdur. Bu nedenle sizu imtuhan edeceğum” diyor.

O sırada gözü Dursun’a ilişiyor... Onu burnundan tanımış ve hemşerisi olduğunu anlamıştır. Torpil yapıp Dursun’u işe almak isteyerek ona soruyor:

“Hemşerum söyle bana bakalum.. Sana iki kuzu verdum, sonra iki kuzu daha verdum kaç kuzu oldi?”

“Beş tane oldi.”

“Hay Allah, beş olur mu lan? Doğru cevap ‘4 tane tane olur’ idi. Tabii bu soru biraz zor oldu. Şimdi daha kolayini sorayum. Sana bir kuzu verdum, sonra bir tane daha verdum, kaç kuzi oldi?”

“Üç kuzu oldi.”

“Hayır, yine bilemedin. Doğru cevap iki olacaktı. Peki, sana son bir soru. Bunu bil, sınavı geç. Sana sadece bir kuzu verdum, kaç kuzin oldi?”

“İki tane!”

Temel artık dayanamaz, çok sinirlenir ve o öfkeyle Dursun’un suratına birkaç tokat patlatır:

“Ulan hemşeru deyup işe almak istedum ama sen de tam salakmişsun yaa... Ula sağa bir kuzu vermişsem sadece bir kuzun olur, asla iki olmaz, anladun mi salak?”

Dursun:

“Olir mi?” diye itiraz eder “Evde bir kuzu da kendumin var, eder iki!”

GÜNÜN SÖZÜ


Hiç bilmemek, yalan yanlış bilmekten çok daha iyidir!