Ülkemizde çok acayip şeyler oluyor. Çok kısa süre içinde paramız yüzde bilmem kaç değer kaybetti. Net rakam veremiyorum çünkü bu satırları okuduğunuz sırada daha da değer kaybetmiş olabilir.

Kısacası şu: Her geçen gün daha da fakirleşiyoruz.

Bunun sorumluları her açıklamada özetle şöyle diyor: “Tamam paramız pul oldu ama sabredin ekonomi uçuşa geçecek.”

Ne kadar zaman sonra? Belli değil.

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati iddiasını şöyle temellendirdi: “Sen maaş alıyorsun, en fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin; ama ben bu iş düzelmezse eğer 1000 çalışanımla beraber bütün varlığımı kaybederim, bunu göze alır mıyım?”

Türk siyasi tarihinde yapılan en tuhaf açıklamalar listesi olsa, bu açıklama kaçıncı sıraya girer diye düşünürken Sayın Bakan’dan bir de asgari ücret açıklaması geldi:

“Berlin'de asgari ücret 1585 Euro iken şehir merkezindeki bir kira 1969 Euro, Amsterdam'da 1701 Euro ücret varken 2 bin 622 Euro kira, Paris'te 1555 Euro asgari ücret varken 2 bin 750 Euro kira, Türkiye'de yeni ücretimiz 4 bin 250 lira 40 kuruş, kira şehir merkezinde 1261 Türk Lirası."

Ekonomi yönetiminden daha kötü bir şey varsa ülkede, o da ekonomi iletişimi herhalde.

Çünkü Bakan Nebati ne kaybeder bilemiyorum ama vatandaş ilk başta güvenini kaybetti. Herkese ve her şeye. En başta da siyasete.

Ne zaman ne karar alınacağına, bunun kendisine nasıl yansıyacağına, sabah uyandığında bir işsiz kalıp kalmayacağına güven duymuyor.

William Shakespeare der ki; “Güven ruh gibidir. Terk ettiği bedene asla geri dönmez.”

Gittikçe fakirleşiyoruz. Para kaybediyoruz yani. Fakat karar vericiler şunu bir türlü görmüyor. “En fakir insan kimseye güveni kalmayandır.” Ve artık hepimiz fakiriz. Yani esas önemli sorun güven enflasyonunda. Para tekrar değer kazanabilir. Fakat halkın güvenini kaybedenler, aynı güvene erişemez.

Üstün zekalı bir çocuğun başına gelenler -2-

Geçen hafta sizlere 6 yaşında, uluslararası testlerle zekâsı yaşıtlarının çok üstünde olan bir çocuğumuzdan söz etmiştim.

Daha 3 yaşındayken satranç oynayan, YouTube videolarından İngilizce öğrenen, 2-3 basamaklı sayıları aklından toplayıp çıkarabilen, uzaya, uçmaya, insan vücuduna ve matematiğe meraklı bir çocuk.

Öğretmenleri ‘uyumsuz-otist-geri zekâlı’ diye aşağılayarak okuldan atmıştı. 6 yaşındaki bu yavrumuz da, okulun önünde öğretmenlerine seslenip, “Lütfen beni okuldan uzaklaştırmayın” diyerek gözyaşı dökmüştü.

Bu yazının ardından Milli Eğitim Bakanı’nın Basın Müşaviri Yıldız Aktaş aradı. Konu ile ilgilendi. Bakanlık görevlileri çocuğun ailesiyle temasa geçti. Henüz bir gelişme yok. Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilgili birimlerinin bu çocuğa yardım edeceğini umuyorum. Sırf üstün zekâlı olduğundan dolayı dışlanan 6 yaşındaki bu çocuk, haftalardır evinde bir başına sudoku bilmeceleri çözüyor. Okulundan kopardılar ama O matematikten kopamıyor.

Bu arada okuyucular ısrarla, o okulun ve öğretmenlerinin adını soruyor bana. Ben özellikle yazıda bu bilgilere yer vermiyorum. Çünkü soruna çözüm getirmez. Fakat Bakanlık okula ulaştı ve durumla ilgili bir rapor istedi.

6 yaşında bir çocukla başa çıkamayan öğretmenin yazdığı rapor dehşet verici. Çocuğu saldırganlıkla suçlayıp, hayvanlara zarar verme eğiliminde olduğunu söylüyor.

Oysa sadece üstün zekasından dolayı bazı uyum sorunları yaşayan bu çocuk, sokak hayvanlarını kendi elleriyle besliyor. Sokaktan alıp sahiplendiği bir kedinin bakımını ve sorumluluğunu da uzun süredir tek başına üstleniyor.

Zaten ülkemizin en önemli sorunlardan biri, geri zekâlılara dehâ, üstün zekâlılara deli muamelesi yapmak değil mi?